Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

HER PAZAR ÜZERİME DÜŞEN GÖLGE

Pazar Saat 10:05 Her

Pazar Saat 10:05

Her şey pazar günü saat 10:05’te başladı. Zamanın içinde sıkışıp kalmış bir an gibi…

O saat, her haftanın aynı ağırlığıyla geliyor. Beni yerle bir eden o geçmiş, günümüzde yankılanıyor. Düşünsene, onu her Pazar yeniden yaratıyorum; yeniden başlıyorum ama hiçbir yere de varamıyorum.

Bir zamanların, hayatının merkezinde olan kişinin, zamanla kim olduğunu bildiğinde garip bir karmaşıklık ortaya çıkıyor. Ne nefretim, tam anlamıyla nefret, ne de özlemim masum bir özlem. Bir düğüm gibi. Çözmeye çalıştıkça daha da sıkılaşıyor bu düğüm ve ilmikler sarılıyor koca elleriyle gırtlağıma, artık yeter diyor bunca yaşamak, haydi vakit tamamı kalkıyor o son gemi limandan, ağır ve aheste.

İlk Yıllar: Sevgi mi Yoksa İllüzyon mu?

Onu ilk gördüğümde üzerinde, fazlasından beyaz bir elbise vardı; sanki yaz güneşi saçlarına dokunmuştu. Bana bakıldığında, zaman durmuş durumdaydı zaman içre. Gözlerindeki sıcaklığı beni içine çekmişti; o an için başka hiçbir şey önemli değildi. Ama muhtemelen o sıcaklık sadece bir ayna görevini sürüyormuş;

Ben onun bana ayırdığı yıllık yüzüne bakıyordum, içinde ki, yıkıcı oluşumlarını görememişim.

Dokuz yıl. Dokuz uzun yıl boyunca onu sevdiğimi sanmıştım. Oysa şimdi fark ediyorum ki sevmediğim şeyi bana gösterdiği yer sadece sahte aynalarda; kendi hayalimden başka bir şey değilmiş.

O anılarımın hafızamda semboller beliriyor yeni yeni:

• Bir gül... Dikenleri kanatırken, kan kokusuna hayran kaldığım bir gül.
• Bir saat... Her geçen saniyelerle biraz daha kaybolduğum ve sonunda beni boğan bir saat.
• Bir yolculuk bileti... Hiç var olamayacağım satırlar ama yine de gitmek için açılan geniş gövdeli, mis gibi küf kokan, mistik oyma bir kapı.

Paranın Gölgesi

Zamanla adaletli bir şekilde kazandı, gözlerindeki ışığın arttığını sandım. Daha çok çalıştım, daha çok verdim ona… Onunla mutlu olduğum yerdeydim, ya da ben öyle sanıyordum. Ama şimdi fark ediyorum ki aslında mutluluk bana ait değildi; cebimde taşıdığım kâğıt parçalarıydı. Mutluluk imzada, kaşede bir takım evraklardaydı

Zamanla hem sevgimin hem elimde ki çiçeklerin iflasını gördüm. O gün, dünyanın bütün renkleri siyaha benim için geri döndü. Ama asıl acıyı iflaslardan sonra elde etmek, sahip olmak ve hissetmek iliklerine kadar: Onun gerçek durumunda, pozisyonunda, erkek özentisi suratında olmayan değişimlerle…

Zaman gösteriyordu gerçek yüzüyle tüm yadsınan, inkar edilen gerçekleri ve zaman belli ediyordu bize, gözümüzün önüne seriyordu apaçık insanların gerçek yüzlerini.

Ayrılık ve Yalnızlık

Ayrıldık o sabah… Zaten hazırdı. Uzatmaları oynuyor, ne koparırsam kar diyordu. Hiçte pişman olmamıştı.

Yüzünde en ufak bir kırılma belirtisi yoktu. Sessizce telefonu kapattım ve onu sonsuza kadar hayatımdan çıkardım. Son konuşmadan kalan sesler ve bu ilişkiden geriye kalan parçalar hala kulaklarımda yankılanıyor. Ben yalnız yaşayan bir kadınım, hayatta kalmak için paraya ihtiyacım var.

O günden sonra hiçbir kadın giremedi hayatıma, kim bilir belki günün birinde bir güvercin gelip konacaktı yeni açılan çiçekli dallarıma. Kapılarımı sımsıkı kapattım herkese karşı… Çünkü artık kimseye güvenemezdim.

Ama her pazar saat 10’da tekrar geri dönüyor gibi devam ediyordum onu… Kokusu yankılanıyor kasıklarımda sanki rüzgarla beraber ve ardından öfkeli bir domuz peydah oluyor, gün batımında geliyor, kızıl şafakla beraber.

Yeniden Doğuş

Zaman geçti… Yaralar kabuk bağlayıp izi her daim tenimde ve ruhumda kaldı. Sordular bu morluklar ne? Hep aynı yalan çocuğum ısırdı şakayla.

Simgelerle Dolu Günlük Hayat

Artık yalnız yaşıyorum büyükçe bir evde… Evimin duvarlarını gri renge boyadım çünkü gri bana hayatın tam ortasında olmayı hatırlatıyor: Ne siyah kadar karanlık ne beyaz de kadar saf…

Her sabah gökyüzü penceresinin çeşitliliğindeki kuşlara bakarım… Kuşların özgürlüğü benim için, ama aynı zamanda yalnızlığın da…

Evin köşesinde eski saatler koleksiyonu var; Bazı günler çalışmıyor ama ibresi akrep ve yelkovanın aynı yerde durmuş:

Saat 10:05.

Her sabah kahvemi içerken dumanını izliyorum yaşamın, fincanımdan yükseliyor yavaş yavaş…

Sanki usul bir yağmur serpiştirir gibi gönlüme. O gönül ki ne ihanetlere şahit oldu, benim için çok kutsal. Duman bana geçiciliğini hatırlatıyor; Hiçbir şey kalmayana kadar kalan bu hayatta…

Ve sonra pencereden, caddeden geçen otobüslere bakıyorum uzun uzun… Belki içinde sen varsındır diye değil, belki de tesadüfen gözlerimiz karşılaşır diye, kendim için istediğim bir şey yok yeminle, hepsi gözlerim için…

Umut mu? Yoksa Kapanış mı?

Hayat bazen insanlara ikinci şanslar sunar derler ama ben buna pek inanmıyorum…

Çünkü bazı yaralar kapanmaz, bazı eksiklikler tamamlanmaz…

Belki de tek gerçek şu: Herkesin kendi hikayesini taşır omuzlarında ve bazı hikayeler hiç tamamlanmaz…

Her pazar saat 10’da başlayan hikayem, hala devam ediyor aslında…

Ama bu kez farklı belki de! Artık seni beklemiyorum çünkü öğrendim ki gelmeyeceksin…

Sadece beklemenin nasıl hissettirdiğini unutmamak için hazırlanmak, hafta sonu aynı saatte…

Ve belki de en büyük ironisi hayatımın:

Senin beni sevmediğin kadar ben seni sevmiştim…