Türk Medeni Kanununa göre vakıf; gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleri ile oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır. Vakıf, tarih boyunca süregelmiş yardımlaşma ve dayanışma duygusunun kurumsallaşmış halidir.
Osmanlılar’da vakıf, bir malın Allah’ın malı olmak üzere ferdî mülkiyetten çıkartarak insanların faydasına sunmaktır.
Buradaki iki önemli husustan biri öncelikle vakfedilen şeyin mal olması. Diğer bir unsur ise vakfedilen mal insanların faydasına olmasıdır.
Ferdî mülkiyetten çıkarılıp Allah’ın mülkü olarak kabul edilmesiyle vakfedilmiş olunur.
Vakıflar sosyal, yasal ve dini kurumlar olarak Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu başta olmak üzere, 8. yüzyılın ortasından 19. yüzyılın sonuna kadar İslam dünyasının sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamında önemli roller oynamıştır.
18. yüzyılın sonunda sayısı 20,000’i1 bulan Osmanlı vakıflarının toplam gelirleri Osmanlı devletinin toplam gelirlerinin üçte birini oluşturmaktaydı.
Türk Milleti; tarih boyunca kurduğu toplu hayır kurumları, vakıflar, kervansaraylar, aşevleri, hastaneler ve yetimhanelerle hayırseverlikte örnek bir millettir.
İlim ve sağlık hizmetleri, fakir kızlara çeyiz alınması, fakir çocukların sünnet ettirilmesi, hamallar için yollara “Mola Taşları” dikilmesi, bakımsız hayvan ve kuşlara yem temini, işçilerin ve hizmetlilerin çalıştıkları yerlerde yaptıkları zararın ödenmesi için vakıflar kurulması gibi hiçbir milletin tarihinde görülmeyen örnekler geçmişimizi aydınlatan, geleceğimize ışık tutan hayırseverlik örnekleridir.
Günümüzde ‘’ Kızılay ‘’, “Verem Savaş Derneği”, “Yeşilay Derneği”, “Çocuk Esirgeme”, “Kanser Araştırma” kurumları, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı gibi hayır kurumu ve vakıflarla milletimiz bu aydınlık geçmişe varis olmuştur.
Ecdadımızın, başka hiçbir millette görülmeyen ilim, sağlık, hayır hizmetleri; İslamiyetin insana hizmet esprisinden kaynaklanmaktadır.
İslamiyet’te insan, “Yaratılmışların en şereflisi, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir.”
Diğer varlıklar içerisinde yeri bu kadar şerefli olan insana hizmet de o derece şereflidir.
İslamiyet’te insanın güçlü kılınması ve insana verilen önemin esprisi budur.
Ayet, hadis ve geleneklerimizde insan sağlığına verilen önem tekrar- tekrar belirtilmiştir.
“İnsanın kendi eli ile kendini tehlikeye atması” ciddî olarak yasaklanmıştır.
“Ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş zamanın, yaşlılık gelmeden önce gençliğin, fakir düşmeden önce servetin kıymetinin bilinmesi”, İslamiyet’te sağlıklı ve dengeli yaşamanın ölçüsüdür.
İslamiyet’te sağlık ve boş zamana dikkat çekilmiştir.
Peygamberimiz:
“Bulaşıcı hastalık bulunan beldeye girilmemesini ve buradan çıkılmamasını” tavsiye etmiştir.
Başka bir hadiste:
“Bulaşıcı hastalık olan cüzzamdan, aslandan kaçar gibi kaçmamız” telkin edilmiştir.
“Sağlık kurallarına uyarak” güçlü bulunan müminin “Sağlık kurallarına uymadığı için” güçsüz düşen müminden daha hayırlı olacağı Peygamberimiz tarafından belirtilmiştir.
Sultan Süleyman’ın::
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” beyti bir atasözü halinde nesilden-nesle intikal edip gelmiştir.
Dünyada yaklaşık 1 milyar insan; enerjilerini sömüren, iş güçlerini azaltan, geleceğe yönelik plan yapmalarını sınırlayan açlık, fakirlik, hastalık çarkına tutsak’tır.
Gelişmiş ülkelerde yaşama süresi 72 sene iken gelişmekte olan ülkelerde 55, Afrika ve Güney Asya’da ise 50 senedir.
Bebek ölüm oranı gelişmiş ülkelerde binde sadece 10-20 iken, gelişmekte olan ülkelerde 1000’de 100 ila 200’den fazladır.
1-5 yaş arası çocuk ölüm oranı gelişmiş ülkelerde yüzde 1 iken, gelişmekte olan ülkelerde 20? yi, Güney Afrika’da yüzde 30? u bulmaktadır.
Az gelişmiş ülkelerde sefaletin içinde doğan her bin çocuktan 200’ü ilk yıl, 100 kadarı 5 yaşına ulaşmadan ölmekte, sadece 500’ü 40 yaşına ulaşabilmektedir.
İslamiyet’in hedeflerinden biri; yeterli beslenme, maddi imkânı olmayanların, maddi durumu iyi olanlarca desteklenmesi, sevinçlerin, kederlerin paylaşıldığı bir huzurlu toplum oluşturulmasıdır.
İslamiyet’in bütün emir ve yasaklarında; fakirin, düşkünün, hastanın, suç ve suçlunun bulunmadığı mükemmel bir cemiyet oluşturulması esprisi vardır.
Vücudun bir parçasında rahatsızlık bulunan insan o uzvun rahatsızlığını nasıl hissederse; aç, açık, hasta insanların bulunduğu Müslüman toplum da; bu açlık, hastalık ve kederin acısını derinden hissetmeli, bütün sosyal imkânlar o yarayı sarmak için seferber edilmelidir.
Pek çok hayır kurumlarımız yüce dinimiz ve geleneklerimizde yer alan “ilim”,“sağlık” ve “hayır” hizmetleri esprisinden kaynaklanmaktadır.
İslamiyet’te ve geleneklerimizde sağlığa verilen önem, tarihten akıp gelen bu vakıf kurumlarımızla yaşatılmaktadır.
Hoşça kalınız.