Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

HER PAZARIN ‘SAAT 10’NU NİYE VAR?

Bugün Pazar ve ben yokluğunun kıyısında geberesiye boy veriyorum. Saat, bilmem
Bugün Pazar ve ben yokluğunun kıyısında geberesiye boy veriyorum. Saat, bilmem kaçıncı on? Ben, bilmem kaçıncı elli? Hayat her gün akıp giderken, benim dilim de tek türkü var, bir Pazar tutturmuşum gidiyor. Takılı kalmışım pazarda ne bir adım ileri ne bir adım geri. Pazarsa Pazar ölümse ölüm.
Ben her Pazar, sanki sen gelecekmişsin gibi hazırlanıyorum. Saçımı tarıyorum, güzel giyiniyorum, sevmediğim halde parfüm sıkıyorum gıdığıma, sırf sen seviyorsun diye. Her Pazar saat 10 dedi mi bir heyecan basıyor; hâlâ kokun burnuma geliyor gibi oluyor bir ara. Dışarı çıkıp caddeye bakıyorum, gelip geçen otobüslere sürekli. Ve her Pazar, saat 10:05’te çok fena, en ağır küfürleri ediyorum. Sana, kendime, bu aptal umuda. Çünkü sen gelmiyorsun. Gelmedin. Ama ben, her Pazar, yine de bekliyorum.
Bu bir alışkanlık değil, bu bir yara. Sen gittikten sonra içimde bir yer hep eksik kaldı. Sanki bir parçam, seninle birlikte kapıdan çıkıp gitti ve ben o parçayı geri almak için her Pazar aynı ritüeli yaşıyorum. Saçımı tararken aynada kendime bakıyorum, “Belki bugün,” diyorum. Güzel giyinirken, “Belki otobüsten iner, beni böyle görür,” diye geçiriyorum içimden. Parfümü sıkarken, burnumda hâlâ senin kokun, o tanıdık his. Sevmezdim ben parfüm kokusunu, bilirsin. Ama sen severdin. “Gıdığa sık, orası güzel kokar,” derdin. Şimdi her Pazar, gıdığım kokuyor, ama sen yoksun.
Saat 10 olunca, kalbim hızlanıyor. Hani çocukken bir şey beklerken olur ya, o masum, aptalca heyecan. İşte öyle. Bir an, gerçekten kapının çalacağını, o tanıdık sesini duyacağımı sanıyorum. Burnuma kokun geliyor gibi oluyor; o karışık, sıcak, sana ait koku. Hemen balkona koşuyorum, caddeye bakıyorum. Otobüsler geçiyor, birinde seni görecekmişim gibi gözlerimi kısıyorum. Her otobüsten inenleri tek tek tarıyorum. Ama hiçbirinde sen yoksun. Saat 10:05 oluyor ve işte o an, içimdeki o küçük umut kırıntısı yerini öfkeye bırakıyor. Küfür ediyorum. Sana, çünkü gelmiyorsun. Kendime, çünkü hâlâ bekliyorum. Bu aptal ritüele, çünkü beni bırakmıyor.
Özlüyorum seni. İtiraf etmesi zor, ama özlüyorum. Gittiğin gün, sanki bir şeyleri yarım bıraktık. Söylenecek sözler, yaşanacak anlar, hepsi havada asılı kaldı. Belki de bu yüzden her Pazar seni bekliyorum. Bir kapanış olsun istiyorum. “Nasılsın?” diye sorayım, sen “İyiyim,” de, ben de “İyi,” diyeyim ve bitsin. Ama sen gelmiyorsun. Ve ben, o kapanışı yapamadan, her Pazar aynı döngüde sıkışıp kalıyorum. Özlem, garip bir şey. Hem güzel, hem acı. Seni düşünmek, bir yandan içimi ısıtıyor, bir yandan yakıyor. Hatırlıyorum; kahkahalarını, o dalga geçen bakışlarını, benimle uğraşırken ki çocuksu hallerini. Sonra birden, gittiğin gün geliyor aklıma.
O sessizlik, o soğukluk. Ve içimdeki sıcaklık, yerini buz gibi bir boşluğa bırakıyor.
Balkonda otobüslere bakarken, bazen kendime kızıyorum. “Ne bekliyorsun ki?” diyorum. “Gelmeyecek.” Ama kalbim, aklıma uymuyor. Sanki bir yerlerde, bir otobüste, bir gün gerçekten geleceksin gibi hissediyorum. Aptalca, biliyorum. Sen çoktan kendi hayatını kurmuşsundur, belki bir başkasıyla gülüyorsundur, belki beni çoktan unutmuşsundur. Ama ben unutamıyorum. O parfüm kokusu, o saç tarama telaşı, o caddeye bakışlarım, hepsi seni unutmamak için. Çünkü seni unutursam, sanki bir parçam daha eksilecekmiş gibi geliyor. Özlem, insanı böyle bir ikilemde bırakıyor. Hem kurtulmak istiyorsun, hem de bırakamıyorsun.
Saat 10:05’teki küfürlerim, aslında bir isyan. Sana değil sadece, bu duruma. Kendimi bu kadar küçük düşürmeme, hâlâ bir umut kırıntısına tutunmama. Ama o küfürler bile bir rahatlama getirmiyor. Çünkü özlem, küfürle geçecek bir şey değil. Öfke bitiyor, ama o boşluk kalıyor. Balkondan içeri giriyorum, aynaya bakıyorum. Gıdımdaki parfüm kokusu hâlâ orada, ama sen yoksun. Oturuyorum, sessizlik doluyor odaya. Ve bir kez daha anlıyorum: Seni özlemek, benimle yaşamaya devam edecek. Belki bir gün bu Pazar ritüelinden vazgeçerim. Belki bir gün, saat 10 olmadan uyanıp kendime “Bugün başka bir gün,” derim. Ama henüz o gün gelmedi.
Dışarıda otobüsler geçmeye devam ediyor. Her biri, bir umut taşıyor gibi. Ama biliyorum, o umut boş. Yine de her Pazar, aynı heyecanla kalkıyorum. Saçımı tarıyorum, güzel giyiniyorum, parfüm sıkıyorum. Çünkü seni özlüyorum. Ve özlemek, bazen insanı böyle aptalca şeylere sürüklüyor. Belki bir gün, bir otobüsten inersin. Belki bir gün, kapım çalar. Belki bir gün, bu özlem biter. Ama o gün gelene kadar, her Pazar saat 10’da seni bekleyeceğim. Ve 10:05’te, yine küfür edeceğim. Çünkü seni özlemek, hem en güzel, hem en acı duygum. Ve ben, bu duygudan vazgeçemiyorum. Henüz değil.
Ben her pazar sanki sen gelecekmişsin gibi hazırlanıyorum. Saçımı falan tarıyorum, güzel giyiniyorum, sevmediğim halde parfüm sıkıyorum gıdığıma, sırf sen seviyorsun diye.
Her pazar saat 10 dedi mi bir heyecan basıyor hala kokun burnuma geliyor gibi oluyor bir ara. Dışarı çıkıp caddeye bakıyorum, gelip geçen otobüslere sürekli.
Kim bilir gelirsin belki…
Sağanak bir günde, kuş gibi, bir pazartesi.
Ben her pazar saat 10:05 de çok fena çok ağlaklı küfürler ediyorum.

Sizlere Gelecekte Görüşmek üzerine Meydan Okuyorum.