Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

BÜTÜN MEYVELER ARMUTLARLA BERABER Mİ BÜYÜR?

Armutların düştüğü yerde ki üzümleri görebiliyor muyuz? Sabah kahvemi yudumlarken,
Armutların düştüğü yerde ki üzümleri görebiliyor muyuz?
Sabah kahvemi yudumlarken, pencereden sokağa vuran o tanıdık ışıkla birlikte aklıma bir cümle takıldı: “Bütün meyvelerin armutlarla beraber büyüdüğünü zannedenler, üzümlerin farkında değildir.” Kim söylemiş bilmiyorum, belki bir filozof, belki sokakta bir bilge, ama bu söz dönüp dolaşıp zihnimde yankılanıyor. Ne kadar basit görünüyor, değil mi? Meyveler, armutlar, üzümler…
Ama bir an durup düşününce, altında yatan anlam insanın aklını karıştıracak kadar derin.
Hepimiz Biraz Armutçuyuz
Hayatımızda hepimizin “armutları” var. Bildiklerimiz, alıştıklarımız, konfor alanlarımız. Mesela, her sabah aynı saatte kalkıp aynı yoldan işe gitmek bir armut. “Bu böyledir” dediğimiz her şey, bir armut. Armutlar kötü değil, yanlış anlaşılmasın; sağlamlar, tanıdıklar, elimizi uzattığımızda orada olacaklarını biliyoruz. Ama ya biri çıkıp “Bütün meyveler armutlar gibi ağaçta yetişir” dese?
Güleriz, değil mi? Çünkü üzümler var, kirazlar var, çilekler var…
Peki, neden hayatın başka alanlarında bu kadar kolay gülüp geçemiyoruz?
Bir arkadaşım var, yıllardır aynı işi yapıyor. “Başka ne yapabilirim ki?” diyor, her öneriye “Ama bu bana uygun değil” diye cevap veriyor. Onun dünyasında bütün meyveler armut, çünkü başka bir tadı hayal bile edemiyor. Hepimiz zaman zaman böyle değil miyiz? Yeni bir fikri, bir insanı, bir olasılığı reddederken, aslında elimizi hep aynı dala uzatıyoruz. Armutların gölgesinde, üzümlerin varlığını unutuyoruz.
Üzümler Nerede Saklı?
Üzümler, işte o farklı olanlar. Armut gibi dalında tek başına durmuyorlar; salkım salkım, birbirine bağlı, biraz gizemli. Onları bulmak için bağa gitmek, eğilmek, belki biraz çaba harcamak lazım. Hayatımızda da öyle değil mi?
Üzümler, yeni bir şehirde kaybolmak, tanımadığın biriyle sohbet etmek, yıllardır ertelediğin o hayali denemek. Ama çoğu zaman, armutların kolaylığına kapılıp üzümleri görmezden geliyoruz.
Geçen gün markette bir adam gördüm. Elinde bir vişne, kasiyere “Bunun çekirdeği var mı?” diye soruyor. Kasiyer şaşkın, “Tabii ki var” dedi. Adam homurdanıp bıraktı armudu, “Çekirdeksiz meyve yok mu?” diye sordu. İşte o an düşündüm: Belki de hepimiz böyleyiz. Hayatın çekirdekli, karmaşık, zahmetli taraflarını istemiyoruz. Ama üzümler, çekirdekleriyle güzel değil mi? O minik taneleriyle, tatlı-ekşi karışımıyla, armutların tekdüzeliğinden sıyrılıp bize başka bir dünya sunuyor.
Görmek İçin Bakmak Gerek
“Bütün meyvelerin armutlarla beraber büyüdüğünü zannedenler” dedikleri, aslında biraz da kendi sınırlarına hapsolanlar. Mesela, yıllardır aynı haber kanalını izleyen biri, başka bir görüşü duyduğunda “Yalan bunlar” diyor. Ya da tek bir müzik türüyle yetinen biri, “Bu gürültüye nasıl katlanıyorsunuz?” diye soruyor. Armutlar onun bildiği, üzümler ise bilmediği. Ama bilmediği şeyin var olmadığını sanıyor. Bu, bir tür körlük değil mi? Görmek için bakmak, bakmak için ise cesaret gerek.
Bir keresinde köye gitmiştim, dedemle bağa yürüdük. Bana üzümleri gösterdi, “Bak” dedi, “bunlar armut gibi sabırlı değil, her yıl yeniden doğar.” O an fark ettim: Armutlar durağan, üzümler hareketli. Belki de hayatımızda armutlara sığınıyoruz çünkü değişimden korkuyoruz. Üzümler ise bize değişimi, yeniliği, hatta biraz da riski hatırlatıyor.
Neyi Kaçırıyoruz?
Bu sözü düşünürken aklıma bir soru takıldı: Armutlara takılıp üzümleri fark etmeyenler, neleri kaçırıyor? Belki bir dostluğu, belki bir aşkı, belki de kendilerinin daha cesur, daha renkli farklı bir versiyonunu. Hayat, armut ağaçlarıyla dolu bir bahçe değil; içinde üzüm bağları, çilek tarlaları, hatta dikenli incirler bile var. Ama biz, “Bütün meyveler böyle olmalı” diye direttikçe, o zenginliği göremiyoruz.
Bir de işin şu yanı var: Üzümleri fark etmek, armutları bırakmak demek değil. İkisi bir arada olabilir. Ama önce, armutların tek seçenek olmadığını anlamak lazım. Mesela, ben bu yazıyı yazarken kahvemin yanına bir armut koydum, ama aklımda üzüm vardı. Belki de hayat, bu dengeyi bulmakla ilgili.
Bir Davet: Üzüm Tadına Varalım
“Bütün meyvelerin armutlarla beraber büyüdüğünü zannedenler, üzümlerin farkında değildir” sözü, bana bir davet gibi geliyor. Kendimize şu soruyu soralım: Bugün neyi armut sandık? Neyi sorgulamadan kabul ettik? Ve en önemlisi, hangi üzümleri görmezden geldik? Belki birinin gözlerindeki ışığı, belki sokaktaki bir gülüşü, belki de içimizdeki o küçük cesaret kıvılcımını.
Hadi, bugün bir şey yapalım. Alıştığımız yoldan değil, başka bir sokaktan yürüyelim. Bildiğimiz şarkı yerine, rastgele birini açalım. Birine “Nasılsın?” diye sorup bu kez gerçekten dinleyelim. Armutlar yerinde kalsın, ama üzümleri de görelim. Çünkü hayat, armutların gölgesinde geçirecek kadar kısa değil.
Siz ne dersiniz? En son ne zaman bir üzüm tanesini fark ettiniz? Kahveniz bitmeden bir düşünün derim.
Sözde “bütün meyvelerin armutlarla beraber büyüdüğünü zannedenler” ifadesi, bir kişinin dünyayı yalnızca kendi bildiği, tanıdığı ya da alıştığı çerçeveden görmesini temsil edebilir. Armut burada, kişinin sınırlı deneyiminin ya da dar görüşünün bir sembolü. Felsefede bu, epistemolojik bir körlük olarak düşünülebilir: Yani, bilgimizin sınırlarını mutlak gerçek sanmak. Antik Yunan’dan Platon’un “Mağara Alegorisi”nde olduğu gibi, insanlar bazen yalnızca gölgeleri görür ve onları gerçek sanır. Armutlar, bu gölgeler gibi, kişinin tüm gerçekliği sandığı ama aslında çok küçük bir parçası olan şeylerdir.
Bu bağlamda, söz, insanları tek bir doğruya ya da tek bir bakış açısına saplanıp kalmaktan alıkoyan bir uyarı niteliği taşıyor. Felsefeci Immanuel Kant’ın “kendinde şey” (Ding an sich) kavramına da bir gönderme yapabilir: Biz dünyayı ancak kendi algı filtrelerimizle tanırız, ama bu filtreler her şeyi kapsamaz. Armutları bilen, ama üzümleri göremeyen biri, kendi zihinsel sınırlarının mahkûmu gibidir.
Üzümler ise bu metaforun ikinci katmanında, armutların ötesindeki zenginliği, farklılığı ve bilinmeyeni temsil ediyor. Üzüm, armuttan farklı bir yapıya, yetişme biçimine ve tada sahip; bu da çeşitliliğin ve alternatif bakış açılarının bir simgesi olabilir. Felsefi açıdan, bu, fenomenolojik bir farkındalık çağrısıdır: Dünyayı olduğu gibi, tüm karmaşası ve çokluğuyla deneyimlemeye açık olmak. Edmund Husserl’in fenomenolojisi burada devreye girebilir; o, önyargılarımızı paranteze alarak (epokhé) şeyleri yeniden, taze bir gözle görmeyi önerir. Üzümleri fark etmek, işte bu taze bakışı gerektirir.
Ayrıca, üzümlerin farkında olmamak, bir tür varoluşsal kayıtsızlık ya da tembellik olarak da okunabilir. Sartre’ın özgürlük ve sorumluluk felsefesine yaslanırsak, kişi kendi algısını genişletmeyi reddederek, özgürlüğünü kullanmaktan kaçıyor demektir. Üzümleri görmek, cesaret ister; çünkü bu, alışılmışın dışına çıkmayı, bilmediğini kabul etmeyi ve değişmeyi göze almayı gerektirir.
İnsan Doğasının Zaafları: Önyargı ve Kibir
Bu söz, aynı zamanda insan doğasının zaaflarına da bir ayna tutuyor. “Armutlarla beraber büyüdüğünü zannedenler” ifadesi, bir tür kibir ya da kendini merkeze koyma eğilimini ima ediyor. Felsefede bu, Nietzsche’nin “perspektivizm”ine yakın bir yerden ele alınabilir: Herkes kendi perspektifini mutlak sanır, ama aslında hiçbirimiz tüm resmi göremeyiz. Üzümleri fark edememek, kişinin kendi hakikatini evrensel sanmasının bir sonucu olabilir. Nietzsche’nin deyimiyle, “Tanrı’yı öldürdük” ama yerine kendi küçük tanrılarımızı (armutları) koyduk; oysa gerçek, üzümlerle dolu bir bağda gizli.
Bu aynı zamanda, dogmatizmin eleştirisi olarak da okunabilir. Orta Çağ filozofu Thomas Aquinas bile, gerçeğin çok yönlü olduğunu ve insan
aklının onu tam kavrayamayacağını savunmuştu. Armutlara saplanıp kalanlar, dogmalarına tutunanlardır; üzümleri görenler ise sorgulayanlar, arayanlar.
Felsefi anlamın günlük hayata vurduğu bir yankı da var: Bu söz, bizi düşünsel esnekliğe davet ediyor. Hayatımızda “armutlar” bizim alışkanlıklarımız, konfor alanlarımız, bildiklerimiz olabilir. Üzümler ise yeni fikirler, farklı kültürler, alışılmadık deneyimler. Eğer hep armutları toplamakla yetinirsek, üzümlerin tadını, yani hayatın sunduğu diğer olasılıkları kaçırırız. Bu, Stoacı filozof Epiktetos’un “kontrol edemediklerin üzerine düşünme” öğüdünün tersine, kontrol edebileceğimiz bir şeyi, kendi algımızı genişletme çağrısıdır.
“Bütün meyvelerin armutlarla beraber büyüdüğünü zannedenler, üzümlerin farkında değildir” sözü, felsefi olarak bize şunu soruyor: Sen hangi meyveye takılıp kaldın? Kendi armutlarının ötesine bakmaya cesaretin var mı? Bu, bir öz eleştiri daveti; aynı zamanda bir özgürlük vaadi. Üzümleri fark etmek, dünyayı yeniden keşfetmek demek. Belki de hepimiz, bir gün o bağa adım atıp, armutların gölgesinden çıkarak üzümlerin tadına varabiliriz. Ama önce, zannettiğimizden vazgeçmemiz gerek.
Ne dersin? Bu söz, sence de insanın kendi zihnindeki bahçeyi yeniden düzenlemesi için bir tohum değil mi?
Sizlere Gelecekte Görüşmek üzerine Meydan Okuyorum.

Orada Görüşelim…