Altmışlı yılların ortalarından itibaren az buçuk kendimi bilirim.
Ben kendimi bildim bileli, Ülkemizde en çok sorulan soru, “Ne olacak bu Memleket’in hali?” sorusudur.
Ne var ki, bu soru hiçbir dönemde bu dönemdeki kadar çok sorulmamıştır. Yetmişli yılların başlarında, kişi başına düşen milli gelir bakımından Güney Kore Bizimle aynı seviyedeydi.
Ve hatta, bizden biraz daha geri durumdaydı.
Fakat şu an itibariyle Bizi üçe katlamış durumda.
Bu da gösteriyor ki, “Ne olacak bu Memleket’in hali?” sorusunun cevabını altmış yıldır bulamamışız.
Bu anlayışla bulacak gibi de görünmüyoruz.
Çünkü bugünkü eğitim ve yönetim sistemiyle bu mümkün olmaz.
Mümkün olması için, eğitim sistemimizin üretim odaklı, yönetim sistemimizin de liyakat esaslı olması lazım. İki yüz küsür üniversitemiz var diye övünüp duruyoruz. Övünüp duruyoruz amma, bu üniversitelerin birçoğunun vasıfsız işsiz yetiştirmekten öteye gidemediğini bilmiyoruz!. Keşke, elli üniversitemiz olsaydı da dünyanın belli başlı üniversiteleri arasında bizimkilerin de adları sayılsaydı!
Dünyada ilk dört yüze giren üniversitemiz yok.
Bence, vasıfsız işsiz yetiştirmekten öteye gidemeyen üniversitelerin tamamının kapatılıp, yerlerine üretim odaklı meslek yüksekokullarının açılması lazım.
Haliyle, yüksek öğrenime giden taşların da buna göre döşenmesi lazım.
Kısacası, eğitim sistemimizin önden sona değiştirilmesi ve çağın gerekleriyle toplumun ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi lazım.
Yönetimde de liyakatin ve vatana, millete sadakatin esas alınması lazım. Kayırmacılıkla, kollamacılıkla bu Ülke bir yere varamadı, varamaz.
O yüzdendir ki, işin başına işin ehli olanları getirmek şart!
Aksi halde, “Ne olacak bu Memleket’in hali?” sorusunu bundan böyle de sorar dururuz.
ÖZLÜ SÖZLERİM
– “İnsanlık için en büyük tehlike, dünün kafasıyla bugünün dünyasını yönetmeye kalkan zihniyetin iş başında olmasıdır.”