18 Mayıs 2024

PENCEREMDEN: DENİZ, YUSUF, HÜSEYİN İNAN, MÜCADELEYE DEVAM..!

0

Türkiye’de ‘anti emperyalist ve tam bağımsızlık’ için mücadele eden 68 gençliğinin sembol isimleri olan Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in, 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde idamının 52. yıldönümü…

78 kuşağından bir yurttaş olarak, 1952’den sonra, ülkemizde tüm yumurtaları aynı sepete koymayan Anglo-Sakson batı emperyalizmin, askeri kanatta kontr-gerilla; sivil kanatta Kominizimle Mücadele dernekleri; Gençlik kanadında sağda MTTB ve Ülkü ocakları;

ve solda emperyalizme hizmet etmekle görevlendirilmiş bazı fraksiyon (anglo) sol hareketlere bazı etki ajanlarını (Mahir Kaynak vb) sokmuş, üç koldan Türkiye Cumhuriyeti’nde istikrarsızlık derin fay hatları yaratma çabaları bugün için başarılı olmuş, sonuçta emperyalizmle uyumlu bugünkü FETÖ ve AKP iktidarının önünü açmıştır.

Böylece sağ veya solda ülkesi için gözünü kırpmadan hayatını feda edebilecek, okuyan, sorgulayan, düşünen (Köy Enstitülü öğretmenler tarafından yetiştirilmiş) Cumhuriyetin altın kuşağı birbirine kırdırılmıştır. Anadolu’nun her bir köşesinde, her kökenden ve mezhepten binlerce T.C. yurttaşı ve aydınları tanımadığı kişiler tarafından bombalı eylemlerde veya taranarak toplu veya bireysel suikastlerde öldürülmüştür.

Sağ kalabilenler de 12 Eylül Darbesi ile idam işkence ve hapisanelerde katledilmiş veya çürütülmüş, yurt dışında sürgün edilmiştir

Bu satırların yazarına göre günümüzde Anadolu insanın arkasına düşebileceği karizmatik bir liderin günümüzde çıkmaması için bu 68 ve 78 altın kuşağına yapılan kırımdır.

Bunun baş sorumlusunun emperyalizm ve onun içimize yerleştirdiği provokatörler (FETÖ ve kontrgerilla vb) olduğu kadar, bu sinsi olayı bütünlüklü göremeyen soğuk savaş propagandalarının etkisindeki siyasi liderlerdir.

Öyleki sonra da Cumhurbaşkanlığı yapmış bir lider “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtmezsiniz.” bile demiştir.

Bu ifade o dönemin siyasilerdeki zihinsel ve ruh halini ortaya koymaktadır. Bu konudaki diğer düşüncelerimi tekrar yapmamak için 6.05.2023 tarihli yazımdan alıntılayarak paylaşıyorum.

“Chicago, Illinois ,1922 doğumlu Robert Willam Kommer, Harvard Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra askerliğini II. Dünya Savaşı sırasında yaptı. Daha sonra henüz yeni kurulmakta olan CIA’e 1947 yılında katıldı. Nisan 2000’de ABD de vefat etmiştir.

Türkiye Büyükelçisi olmadan önce, CIA adına yaptığı bir çok operasyon ve Vietnam’da da 60 bin civarında ölümden sorumlu tutulması nedeniyle, Türkiye’de de “Vietnam Kasabı” olarak tanınmıştır.

1968 sonbaharında Türkiye’ye büyükelçi olarak atanmasından sonra 6 Ocak 1969’da Rektör Kemal Kurdaş’ı ziyarete gelen Büyükelçi Kommer’in arabası, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Taylan Özgür, Ulaş Bardakçı ve Sinan Cemgil ile arkadaşlarının da içinde olduğu bir grup öğrenci tarafından yakılmıştır.

Savcılık tarafından olay hakkında dava açılmışsa da, üç binden fazla ODTÜ öğrencisi de kendilerinin de eyleme katıldığı yönünde savcılığa dilekçe vermişlerdir.

Bu olay sonrasında rektörlük tarafından ODTÜ bir ay eğitime kapatılmak istenmişse de öğrenciler kararı kabul etmeyerek, üniversite işgal edilerek, “öğrenime devam etme eylemi” yapmışlardır.

Kommer, ABD hükümetinin geri çağrısıyla, Mayıs 1969 tarihinde ülkemizden ayrılmadan 15 gün önce, ülkemizi turist gözüyle gezmek için, İstanbul’dan vapura binerek eşiyle Türkiye kıyılarını gezerek İskenderun’a kadar gezerler. Bu geziye katılan Mete Akyol’a da bir röportaj vermeyi kabul eder.

Mete Akyol da bu anılarını “Hem yaşadım, hemde yazdım” başlığı ile yayınlar(*).

TÜRKİYE’DE MİHRİ BELLİ’DEN BAŞKA GERÇEK SOLCU YOK

Bu röportajında kendini, “Türkiye’nin yararlanamadığı bir entelektüel” olarak tanımlayan Kommer, “Türkiye’de sol tehlike yoktur, çünkü Türkiye’de sol diye bir şey yoktur” der. Buna şaşırarak itiraz eden Akyol’a “Türkiye’de kimi heyecanlı, kimi saf, kimi de, hem heyecanlı hemde saf öğrenciler var. Onlar kendilerini solcu sanıyorlar. İki gün sonra ilgilerini çekecek başka bir şey getirin önlerine, solcu olmadıklarını kendileri de göreceklerdir.

“Ya yazarlarımız?” diye sorar Mete Akyol. “Yazarlarınız da batının anladığı anlamda solcu değiller ama…

Biraz derinine inerseniz görürsünüz…

Kimi hümanist, kimi milliyetçi, kimi faşist.

Kendilerini solcu sanaların çoğu, aslında ne olduklarının kendileri bile farkında değiller”.

Mete Akyol devam eder, “Fakat hiç değilse, politikacılarımız arasında solcu olanlar var değil mi?” diye sorar.

Kommer, “Bırakın solculuğu, politikacılarınız politika biliminin bile farkında değiller henüz. Bir İsmet İnönü’nüz vardır, o da Dünya çapında bir kişiliktir. Ondan başka önemli bir politikacınız vardır ki, o aynı zamanda gerçek ve önemli bir solcunuzdur. Ona çok dikkat etmeniz gerek, o da Mihri Belli” der. Devamında “siyasal partilerin çokluğu, o ülkedeki demokrasinin göstergesi değildir. Demokrasilerde önemli olan husus, değişik açılardaki görüşlerin örgütlenmesidir. Bu konuda aşamaya muhtaçsınız.” diye sözlerini tamamlar.

“Bu röportajın yayımlandığı yıllarda pek çok politikacı ve köşe yazarının öfkelenmesine neden oldu.” diye ekliyor Mete Akyol.

KOMMER YENİ GÖREVİNDE TÜRKİYE’YE NASIL FAYDALI OLDU?

Ayrıldıktan birkaç yıl sonra Türkiye’de ABD üslerine karşı önemli eylemler başlar.

Kommer de ayrılıktan birkaç yıl sonra, ABD yönetimine verdiği raporlar doğrultusunda, Nixon yönetimi tarafından ABD Savunma Bakan Yardımcılığı görevine getirilir. “Büyükelçiliğinde çok yararlı olabilmek fırsatı bulamadığı Türkiye’ye, çoğumuz farkında değiliz ama, bu kez yeni görevinde hem de çok faydalı oldu.” diye yazısını bitirir Mete Akyol.

O yıllardan sonra, kendi kurdurduğu ve ODTÜ başta olmak üzere üniversitelerdeki beklemediği gençlik eylemleri, 1974 Kıbrıs Harekatı ile ABD yörüngesinden çıkmaya başlayan Türkiye dosyası üzerinde ABD daha sıkı çalışmaya başlayacaktır. Öncelikle, Kıbrıs harekatıyla, uluslararası nizama karşı çıkan ve sözlerini dinlemeyen Ecevit hükümetine karşı silah ambargosu ile işe başlanır.

1975-1980 arası Türkiye, çok önemli olay ve cinayetlere tanık olmaya başlar. Kommer’in arabasının yakılması olayına adları karışan, Taylan Özgür, Deniz Gezmiş, ve Yusuf Arslan, Hüseyin İnan. Mahir Çayan ve Sinan Cemgil gibi gençlik önderleri öldürülür.

Kıbrıs harekatını yapan Ecevit’e suikast girişimi yapılır(Ecevit bundan kontrgerillayı sorumlu tutmuştur).

Kanlı 1 Mayıs 1977, Çorum, Maraş katliamları ve 16 Mart İstanbul Üniversitesi bombalı saldırısı, İ.Ü. Dekanı Bedri Karafakioğlu, Bedrettin Cömert, Ümit Kaftancıoğlu gibi bir çok akademisyen, Abdi İpekçi gibi gazeteciler, Gün Sazak, Nihat Erim, Kemal Türkler, İstanbul MHP il başkanı ve Bahçelievlerde 7 TİP’li gencin öldürülmesi gibi siyasi cinayetler, bazen de iki hafta 30’dan fazla kişinin öldürülmesi ve kahvehanelerin taranması gibi toplu cinayetler gerçekleştirildi.

1990’larda katledilen, Uğur Mumcu, bu dönemde Avrupa’dan çıkan Edirne’den giriş yapan tabanca ve mermi dolu bir TIR’ın, yükünün yarısını önce İstanbul’da yasa dışı sol örgütlere, daha sonra kalanını Anadolu’da yasadışı sağ örgütlere dağıttığını yazacaktı.

1978’de, CIA hesabına casusluk yaptığı belirlenen MİT Başkan Yardımcısı Emekli Albay Savaşman 17 yıl, 6 ay hapse mahkum olacaktı. Son olarak da, Necmettin Erbakan’ın şeriat isteyen Konya mitingi ve Süleyman Demirel’in, “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz.” gibi siyasi eylem ve söylemler kutuplaşmayı artırdı.

TÜSİAD’ın Ecevit’e karşı gazete ilanları ile Türkiye’deki ekonomik bunalım derinleşti. Türkiye hem 70 sente muhtaç hale getirildi, siyasi iklim iyice hem kutuplaştırıldı.

Ve toplum 12 Eylül darbesine hazırdı artık.

BİZİM ÇOCUKLAR BAŞARDI!

Nihayetinde beklenen, 12 Eylül Kenan Evren darbesi olunca, gazeteler, ABD’li üst düzey bir yetkilinin ABD Başkanı’na “Bizim çocuklar başardı” diye haber verdiğini yazacaktır.(Kim demiş olabilir acaba?)

ODTÜ‘de fikir kulüplerinde ve üniversite anfilerinde, Türkiye’nin emperyalizmin yörüngesine girmesine karşı çıkan gençliğin tartışmalarıyla süreç başlamıştı. Başını Sinan Cemgil, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının çektiği gençlik, “Tam Bağımsızlık için Mustafa Kemal Yürüyüşü” gibi, 20 Ekim 1968’de “Samsun’dan (29 Ekim yıl dönümünde) Ankara’ya” toplumsal farkındalık yaratan eylemler zincirine başlarlar. Kommer’in arabasının yakılması ile geri dönülmez bir sürecin fitili ateşlenmiştir artık.

Bu süreçte başlayan saf ve temiz gençliğin, “Tam bağımsızlıkçı ve ilerici gençlik eylemlerine” emperyalist odakların yanıtı, 1980 darbesi ve sonrasında, Cumhuriyetimizi adım adım kuruluş ayarlarının da gerisine düşürmek oldu.

12 Eylül’de tutuklanan Fethullah Gülen, bizzat Kenan Evren’in talimatı ile serbest bırakıldı. 1990’lardan itibaren 2002’deki Necip Hablemitoğlu cinayetine kadar, Atatürkçü aydınlara karşı faili belli cinayetlerle ile son mıntıka temizliği yapılarak, tetiklenen ekonomik krizle birlikte, Ecevit hükümeti düşürülür, FETÖ ve Siyasal İslamın önü açılır.

Ancak, 6 Mayısta 1972’de emperyalist odakların baskısıyla katledilen Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in “Tam bağımsızlık aşkı” 48 yıl sonra bile toplumun vicdanın derinliklerinde hala capcanlı ve artan özlemle geleceğe taşınıyor.

Anılarına ve mücadelelerine saygıyla…”

Deniz, Yusuf ve Hüseyin…

52 yıl sonra da unutulmadılar, unutulmayacaklar…

ODTÜ’de 12 Eylül öncesinde, her 6 Mayıs’ta Devrim stadında binlerce öğrencinin herbirlikte haykırdıkları sloganla bitirerek hem On’ları, hemde On’ların şahsında ‘Tam Bağımsız, Aydınlık Türkiye’ yolunda hayatını kaybetmiş tüm aydınlarımızı anıyor, yolundan gidenleri gençliğimizin sloganı ile selamlıyorum.

‘Deniz, Yusuf, Hüseyin İnan,

mücadeleye devam..!’

Işıklar içinde yatsınlar…

(*) Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi, Kültür Yayınları, Sayı: 2020/03

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir