Çoook eski vakitlerin birinde, zamanın tozlu sayfaları arasında kaybolmuş, şimdilerde sadece tecrübesiz bir hatıra olarak kalmış, sadece aklıma gelen bir anıda yaşayan, sevgili benzeri biri vardı. O günlerde kalp atışlarım, rüzgârın yaprakları savurduğu gibi telaşlı ve umut doluydu. İlk buluşmamız, bir bahar yağmurunun ardından açan çiçekler gibi taze ve vaatkâr görünüyordu gözüme. Yanına giderken, içimdeki o coşkuyu somutlaştırmak istercesine, en sevdiğim Albeni çikolatalarından bir avuç almıştım. Onlar benim için sadece bir tatlı değildi; çocukluğumun masumiyetini, paylaşmanın sıcaklığını anlatırdı her daim. Çikolataların o parlak ambalajları, sanki içimdeki sevginin dışa yansımasıydı. Kırılgan, eriyebilen, ama tatlı bir umutla dolu. Ellerimde tuttuğum o küçük paketler, adeta kalbimin hiç durmadan atan küçük bir parçasıydı; Kalbim ileri çikolatalar geri… Onlara bakınca, geleceğe dair hayallerim canlanıyordu kirpik uçlarımda. Ama o gün, o basit jest, hayatımın dönüm noktası olacaktı, bir fırtınanın ilk damlası gibi beklenmedik ve yıkıcı, geleceğin sancılı çocukları gibi yıkılmış, evladını kaybetmiş bir anne kadar vazgeçmiş.
Buluşma yerine vardığımda, gözleri yıldızlar gibi parlıyordu yine. Gözleri simsiyah, saçları zifir karasıydı, ya da en azından ben öyle sanıyordum öyle görüyordum. Belki de öyle görmek işime geliyordu. Kafamın içindeki kahraman öyleydi çünkü. Gülümsedim, istemsizce. Aslına bakarsanız beni bilenler bilir herkesin yüzüne gülmem, gülerek konuşmam. Öyle de bir yürüyük yanım var en sevdiğim cinsinden.
Çikolataları uzattım, bir gülümsemeyle, “Bunlar benim en sevdiğim şeyler. Şu hayatta bir sen bir de çikolata, senin de seveceğini düşündüm,” dedim. Ama o an, yüzündeki ifade değişti. Güneşin arkasından bulutların toplanması gibi, bir gölge düştü bakışlarına. “Neden bana sormadan çikolata getiriyorsun bana?” diye sordu, sesi keskin bir bıçak gibiydi. Meğerse o Tadelle seviyormuş; Albeni’nin o fındıklı tadı, onun için yabancı ve istenmeyen bir şeymiş. Kızdı bana, sanki o çikolatalar bir ihanetmiş gibi, sanki çocukmuşumda annemin en sevdiği vazoyu kırmışım ya da annemin çeyiz camekanını patlaymışım gibi. Ellerimde öylece kalakaldım, çikolatalar avuçlarımda erimeye başladı, tıpkı hayallerimin erimesi gibi. O an, zaman durdu; kalp atışlarım yavaşladı ve içimde bir boşluk oluştu, bir kuyu, sonsuz ve karanlık.
O günden sonra, çikolata yiyemedim. Her gördüğümde, o parlak ambalajlar bana o günü hatırlatıyordu: reddedilişin acısını, beklenmedik bir fırtınanın yıktığı bir bahçeyi. Çikolata, istem dışı olarak, sevginin eriyen doğasını anlatıyordu artık benim için. Tıpkı çikolatanın sıcak bir elde yumuşaması gibi, sevgim de o kızgın bakışlarda erimiş, şekilsiz bir hale gelmişti. Pişmanlık, bir zehir gibi damarlarımda dolaşıyordu. Neden sormamıştım? Neden onun zevklerini, tercihlerini öğrenmeden, kendi dünyamı ona dayatmıştım? O Albeni çikolataları, benim masumiyetimin simgesiydi; ama onun gözünde, bir zorlama, bir ihlal. Pişmanlığım, bir dağın altında ezilmek gibiydi, ağır, taşınmaz bir yükler yumağı.
Her gece yatağıma yattığımda, o anı yeniden yaşıyordum: ellerimdeki çikolataların ağırlığını, onun sesindeki soğukluğu. “Neden sormadan getiriyorsun?” cümlesi, bir lanet gibi yankılanıyordu zihnimde, beni uykusuz bırakıyordu.
Psikolojik olarak, o olay beni derinden etkiledi. Sanki bir cam parçası kalbime batmıştı; her nefeste acısını hissediyordum. Önce, kendime olan güvenim kırıldı. O basit jest, benim için sevgiyi ifade etmenin yoluydu aslında, ama duygularımın reddedilişiyle, tüm çabalarımın boşuna olduğunu anladım. İçimde bir duvar örülmeye başladı. Taş taş üstüne, yalnızlığın taşlarından bir kale kuruyordum kendime. Kadınlar, artık benim için bir gizem değil, bir tehlike haline geldi. Her bakışlarında, o kızgın ifadeyi görüyordum; her gülümsemelerinde, bir tuzak seziyordum. Uzaklaştım onlardan, tıpkı bir yaralı hayvanın ormana çekilmesi gibi. Sokaklarda yürürken, çiftleri gördüğümde içim burkuluyordu; onların el ele tutuşmaları, benim için bir mazinin logar çukurlarında debelenmemin hatırlatması oluyordu. Kırılmış bir kalbin temsilincisi. Çikolata gibi tatlı olabilecek anılar, artık acı bir tortu bırakıyordu ağzımda ve bilinç altımın enkazında.
Sembolik olarak konuşursak, o Albeni çikolataları, benim ruhumun bir metaforuydu: dıştan parlak ve çekici, ama içten kırılgan ve eriyebilen. Onları götürmek, kalbimi sunmak gibiydi. Ama yanlış ellere düşmüştü. Tadelle’yi tercih etmesi, hayatın beklenmedik tercihlerini simgeliyordu; bazen en iyi niyetler, yanlış anlaşılmalarla zehirlenir. Pişmanlığım, bir nehir gibi akıyordu içimden, taşları aşındırarak. Neden onun dünyasına girmeden, kendi tadımı dayatmıştım? Bu, bir bahçıvanın yanlış tohum ekmesi gibiydi; filizlenmek yerine, kök salmadan solmuştu. O günden beri, ilişkiler benim için bir çöl haline geldi. Susuz, yalnız ve sonsuz. Kadınlardan uzaklaşmam, bir kalkan gibiydi; ama bu kalkan, aynı zamanda hapishanem olmuştu. Her potansiyel sevgili, o eski yaranın tekrarı gibi görünüyordu. Gözlerindeki ışık, bana o kızgın bakışı hatırlatıyordu; seslerindeki yumuşaklık, bir anda keskinleşebilecek bir bıçak gibi.
Zaman geçtikçe, psikolojik etkiler derinleşti. Uyku düzenim bozuldu; geceleri rüyalarımda o buluşmayı yeniden yaşıyordum. Çikolatalar ellerimde eriyor, ama bu sefer kan gibi akıyordu. Uyanınca, bir boşluk hissi kaplıyordu içimi. Sevgisizliğin boşluğuydu, belki de daha naif bir sevginin arayışının dolu dolu olduğu andı bu an.
Günlük hayatımda, küçük jestlerden kaçınmaya başladım. Arkadaşlarıma hediye alırken bile tereddüt ediyordum; ya yanlış anlaşılırsa? Ya reddedilirsem? Bu, bir kelebeğin kanatlarını kaybetmesi gibiydi; uçamıyordum artık, yere bağlı kalıyordum. Kadınlarla konuşurken, kelimelerim titriyordu; içimdeki o eski korku, bir gölge gibi peşimdeydi. Onlardan uzaklaşmam, bir savunma mekanizmasıydı, ama aynı zamanda bir yenilgi. Sanki bir kale inşa etmiştim, ama içinden çıkamıyordum. Ben aslında bir kadına kaybetmiştim ama bütün kadınlar seviniyor, zafer kutluyordu. Her baş dönmesi, her film, her şarkı bana bu oalyı anımsatmadan duramıyordu.
Pişmanlık, en derin yaramdı. O Albeni çikolatalarını neden seçmiştim? Kendi sevgimi, kendi tadımı dayatmak, bir egoizm miydi? düşünsel olarak, çikolata erimesi, duygularımın dağılmasıydı evet kabul ediyorum. Her ısırık, bir hataydı; her tat, bir kayıp. Neden sormamıştım? Bu soru, bir ok gibi saplanmıştı zihnime. Sevgilimin Tadelle tercihi, onun benzersizliğini anlatıyordu ama ben onu görmemiştim. Kör bir aşkla ilerlemiştim ve şimdi karanlıkta kalıyordum. Kadınlardan uzaklaşmam, bu pişmanlığın meyvesiydi; her yeni yüz, o eski hatayı hatırlatıyordu. Artık yalnız gecelerde, yıldızlara bakıyordum; onlar gibi uzak ve dokunulmazdım.
Ben sadece sevdiğim şeyi sevdiğim insanla yaparak mutluluğumu katlamak istemiştim aslında.
Yıllar geçti, ama yara iyileşmedi. Çikolata raflarına gözüm takılıyordu; ama elimi uzatamıyordum. O, benim için sevginin zehirlenmiş haliydi artık. Psikolojik olarak, travma bir zincir gibiydi; beni geçmişe bağlıyordu. Terapiye gittim bir süre, ama kelimeler yetersiz kalıyordu. Doktor, “Bu bir sembol,” diyordu; “Reddediliş korkusu.” Ama ben biliyordum: O Albeni çikolataları, kalbimin kırık parçalarıydı. Kadınlardan uzaklaşmam, bir seçim değil, bir zorunluluk haline geldi. Her flört girişimi, o eski acıyı tetikliyordu; içimde bir fırtına kopuyordu. Simgesel olarak, ben bir eriyen çikolata gibiydim. Tatlı başlamıştım, ama ısının sıcaklığına dayanamamıştım.
Pişmanlığım, bir okyanus gibi derinleşti. Neden onun tercihlerini öğrenmemiştim? İlk buluşmada, o küçük jestle, ilişkimizi zehirlemiştim. Tadelle, onun ruhunun tadıydı; Albeni ise benimki. Uyumsuzluk, bir deprem gibi sallamıştı temellerimizi. O günden beri, yalnızlığın kalesinde yaşıyordum; duvarlar yüksek, kapılar kapalı. Kadınlar, uzak bir ufuk gibiydi güzel, ama ulaşılmaz. Psikolojik etkiler, bir sis gibi kaplamıştı hayatımı; net göremiyordum artık. Her anı, o çikolataların erimesiyle doluydu.
Sonunda, belki bir gün iyileşirim. Ama şimdilik, o pişmanlık benimle. Çikolata yiyemiyorum, çünkü her ısırıkta o günü tadıyorum. Kadınlardan uzaklaşmam, bir koruma, ama aynı zamanda bir lanet. Simgesel dilde, ben bir kırık kalp heykeliyim, taşlaşmış, ama içi erimiş bir heykel.
Sizlere Gelecekte Görüşmek üzerine Meydan Okuyorum.
Orada Görüşelim…

