18 Nisan 2024

SOHBET KÖŞESİ: 1950 YILLARINDA, ÇOCUKLUK YILLARIMDA AİLE YAŞANTIM

0
Babam PKK ve Ermeni çetecileriyle savaşırken güney doğuda bir kolunu kaybederek asker malulü olduğu için çocukluk yıllarım onun anlattıklarını dinlemekle geçmişti…
Cephede kolunu kaybeden babam çatışmada nasıl vurulduğunu, sedye ile cepheden Sahra hastanesine nasıl getirildiğini, hastanede kangren olan sol kolunun kökünden nasıl kesildiğini, hastanede geçen günlerini anlatırken küçücük gönlümde fırtınalar esmişti…
1950’li yıllarıma damgasını vuran, sonraki yıllarda da örnek aldığım ve hiç unutamadığım babamın serüvenlerinden bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum;
İyi bir eğitimden sonra Güneydoğuya gönderilen babam kendisini Türkiye’ye isyan eden ve adı sonradan PKK’ya çıkan İsyancı gruplarla çarpışan askerlerimizin arasında bulmuş…
Gece-gündüz Siirt dağlarında aç – susuz, günlerce ayaklarındaki potinlerini bile çıkartmadan devlete isyan eden eşkıya takibine çıkıyorlarmış…
1 ay, 2 ay, 3 ay, 5 ay bu çarpışmalar devam etmiş… Babam hep bu çarpışmaların içindeymiş…
Bir köyün yakınında bulunan karakolda gece gündüz demeden nöbet tutuyorlar ve gece baskına gelen eşkıyalarla savaşıyorlarmış…Bu çarpışmalar bazen gündüz de oluyormuş…
Bir defasında çarpışmada eşkıyalardan birini yaralamışlar ve Jandarma karakoluna getirmişler…
Kasığının üst tarafından yaralanan eşkıyayı tedavi ederken sünnetsiz olduğunu tespit etmişler ve karakol komutanına bilgi vermişler…Eşkıyanın yarasını tedavi edip iyileştirdikten sonra onu konuşturmaya çalışmışlar…
Yaralı ekşiye kendisinin Ermeni olduğunu ve ayrılıkçı güçler ile işbirliği ederek her gece Jandarma Karakoluna taciz ateşi açtıklarını itiraf etmiş…Ermenilerle işbirliği yapan isyancıları tek-tek ismen bildirmiş…
Başta Karakol komutanı olmak üzere babam dâhil karakolda görevli bütün askerler hayretlerini gizleyememişler…
Çünkü yaralı Ermeni’nin verdiği isimler her gün görüştükleri köyün muhtarı Bedo, köyün bakkalı, kendilerine her hafta yufka ekmek yapan komşu kadının eşi, köyün büyükbaş hayvanlarını güden sığırtmaç, her hafta askerlere yumurta getiren genç, köyün ihtiyar kurulu azasından 2 kişi ve komşu köyden isimlerini aldıkları 9 kişi…
Grup halinde dağlarda saklanan Ermeniler bu kişilerle birleşerek zaman – zaman Karakolu taciz ateşine tutuyor ve devletine bağlı olan köylüleri adeta haraca kesiyorlarmış…
Yaralı Ermeni ifadesi alınmak üzere Siirt’e askeri birliğe gönderildikten sonra verdiği bu isimler askerler tarafından takibe alınmışlar…
Bunu hisseden isyancı grup dağlarda saklanan Ermenilerle de birleşerek bir gece saat 24.00 sıralarında karakola saldırmışlar ve taciz ateşine başlamışlar…Bu saldırıyı bekleyen askerlerimiz zaten hazırlıklıymış…
Karakolun arka tarafından açtıkları bir tünelden çıkarak eşkıyaların  tahmin edemediği bir yönden ateşe başlayan jandarmalarla eşkıya arasında korkunç bir çatışma başlamış…
Karakol’da bulunan 12 kişilik Jandarma ile sayıları 60’ı bulan eşkıya arasında silahlı çatışma saatlerce sürmüş…
Babam çatışma anını şöyle anlatmıştı:
“Ben eşkıyalarla çatışmaya giren arkadaşlarımın en önünde bulunan incir ağacının altında bir gün önce kazdığımız siperdeydim…Bizimle çatışmaya giren eşkıyalarla aramda neredeyse 15 – 20 metrelik bir mesafe vardı…
En önünde bulunan eşkıya ile neredeyse burun-buruna gelmiştik…Bize ateş ederken tüfeğinin ucundan çıkan ışık en önde bulunan eşkıyanın yüzünü aydınlatmıştı…
Aman Allah’ım !..Bu oydu…Bu Bedo idi…Köyün muhtarı Bedo…O gün kendisiyle yolda karşılaşmış, selamlaşmış, konuşmuştuk…O’nu görür görmez;
“-Silahını at ve teslim ol Bedo…”diye var gücümle bağırmıştım…Silahımın namlusunu kendisine çevirmiştim…O da beni tanımıştı…
“Ateş etme Ahmet…”diye kısık bir sesle seslenmişti…Çok kızmıştım…Bu alçaklık nasıl olabilirdi ? Gündüz bizimle konuşuyor, gece bizimle çatışmaya giriyor…
Daha yüksek ve gür bir sesle; “Teslim ol Bedo… Yoksa ateş edeceğim…” demiştim…
Daha kısık bir sesle; “-Siperden çıkarsam vuracaksın… Sen vurmazsan arkadaşların vuracak… Teslim olmam Ahmet…” demişti…
“-Ulan Teslim ol diyorum sana…”diye gürlemiştim…
Bizim bu konuşmamızı duyan ermeni ve ayrılıkçı göçlerden oluşan eşkıyalar benim bulunduğum incir ağacına doğru devamlı ateş ediyorlardı… Jandarmalarımız da onlara ateş ediyorlardı… İncir ağacının yapraklarının tamamı gelen mermilerle yerinden kopmuş ve adeta üzerimi kaplamıştı…
Derken sol kolumda bir acı hissetmiştim… Bir saniye içinde bu acı sebebiyle namlunun ucu Bedo’nun üzerinden biraz yana kaymıştı…
Bunu hisseden Bedo kendisinden umulmayacak bir sesle; “-Kaçmak vaaaaaar!” diye bağırmış ve yaklaşık 3 metre yükseklikteki “mandal”dan kendini aşağıya atmış ve kaçmıştı…
Bunu gören eşkıyalar da anlaşılmaz sesler çıkararak 3 metre yükseklikteki yerden kendilerini aşağı atıp kaçmışlardı…
Saldırıyı önlemiştim… Fakat yaralanmışım… O anda bayılmışım… Arkadaşlarım beni Karakolun içine taşımışlar… Sol kolumdan vurulmuşum… Kolumdan oluk gibi kan akıyormuş… Tampon yaparak kanı biraz durdurmuşlar… Telsizle askeri birlikten araç istemişler…
Beni Siirt’e askeri hastaneye götürmüşler.. Baygın vaziyetteyken beni muayene eden Doktor Abdüsselam Bey öldüğümü zannederek morga kaldırılmamı istemiş…
Sedyeyle beni morga taşırlarken Operatör Dr. Yüzbaşı Hamdi bey sedyenin yanından geçiyormuş… Adeta imdat ister gibi kendisine bakmışım… Bu bakışım üzerine Morg yolundan beni geri çevirerek ameliyathaneye göndermiş…
1 günde hastaneye ancak gelebilmişim… Bu müddet zarfında sol kolum kangren olmuş ve kökünden kesilmesi gerekiyormuş…Başarılı bir ameliyatla doktor Hamdi bey sol kolumu kökünden kesmiş ve beni ölümden kurtarmış…
Siirt Askeri Hastanesinde beş buçuk ay yattıktan sonra birliğimle ilgi kurarak beni terhis etmişlerdi ve ben tek kollu olarak Anamur’a gelmiştim…
Askere gitmeden önce Fatma hanımla evlenmiştim… Benim Siirt’ten Anamur’a kadar gelişim başlı başına bir roman olacak şekilde maceralarla doluydu…
Bazen trenle, bazen yaya, bazen katır sırtında zor şartlarda Anamur’a gelmiştim… Anamur’a evime geldiğim zaman bütün insanlar bana acıyan gözlerle bakıyorlardı…
Öyle ya… Sol kolu olmayan genç bir delikanlı… Komşu kadınların kendi aralarında: “Vah yazık… Ne kadar da yakışıklı… Çocuğu da olmaz bunun… Hem olursa da tek kollu olur… Fatma’ya da yazık…”dediklerini duyuyordum…
Yüzbaşı Hamdi Bey bu sözleri duyacağımı ve moralli olmam gerektiğini tembihlemişti… Onun için bu sözler hiç moralimi bozmuyordu… Askerdeyken Hastanede Türkiye’nin pek çok yöresinden arkadaşlarım olmuştu…
Onlardan öğrendiklerimi döndüğüm zaman kendi yöremde tatbik etmiştim… Yayla yolunu yapmıştık… Yaylada “kuyu”lar çıkartmıştım…
Köyüme Cami yaptırmıştım… Köyüme Kur’an Kursu yaptırmıştım… Köyüme İlkokul yaptırmıştım… Bozyazı kasabasının karakolunu yaptırmıştım… Sivrisinekten kurtulabilmek için Anamur’da Çeltik ekimini yasaklatmıştım…
Hastanede öğrendiklerimle köyüme adeta bir dispanser kurmuştum, Yüzlerce hastayı iyileştirmiştim…”
İşte babamın anlattıkları bunlardı…
Babamın Hayat Hikâyesini Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken ağabeyim Sayın Hamdi Mert  “BİZİ YAŞATANLAR  ” adıyla kitap haline getirmiştir.
BİZİ YAŞATANLAR kitabı Diyanet İşler  Başkanlığının açtığı bir yarışmada birincilik kazanmış 100 binlerce adet basımı yapılmıştır.
Babamın tek kollu olarak hayatını sürdürmesi annemi hiç etkilememiş… Annem adeta onun askerde kaybettiği sol kolu olmuş… Annem güngörmüş inancı bütün tam bir Osmanlı kadını idi…
Hoşça kalınız.

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir