19 Mayıs 2024

SOHBET KÖŞESİ: BUNDAN YAKLAŞIK 70 YIL ÖNCE ÇOCUKLUK YILLARIM YAŞITLARIMA GÖRE DAHA HAREKETLİ GEÇMİŞTİ

0

Benim çocukluk yıllarım adeta gençlik yıllarını yaşayanlar gibi dolu dolu geçmişti.

Çocukluğumda evimizden hiç misafir eksik olmazdı. Annem misafire nasıl hizmet edilmesi gerektiğini, yemekten önce ellerini yıkamak isteyen misafirlere nasıl “el ileğeni” ve “ibrik” götürüleceğini onlara ibrikle suyun nasıl döküleceğini ve daha sonra ellerini silmeleri için verilecek peşkir (havlu)’in nasıl tutulacağını bizlere tatbikatlı bir şekilde öğretirdi…

Güneydoğuda ülkemizi bölmeye çalışan ayrılıkçı güçlerle savaşırken Gazi olup bir kolunu kaybeden babamın tek kollu olarak hayatını sürdürmesi annemi hiç etkilememiş… Annem adeta onun askerde kaybettiği sol kolu olmuş… Ben de küçücük yaşıma rağmen Gazi babamın yapacağı çalışmalarda hep yardımcı olmaya çalıştım.

Annem güngörmüş inancı bütün tam bir Osmanlı kadını idi…

Annem çok güzel yöresel yemekler yapardı… Hemen-hemen her sabah darı unundan “Kapama” yapardı… Annem’in darı unundan kapama yaparken  “senit” üzerinde oklavasız tat-tap’larla hamuru döndürerek nasıl incecik hale getirdiğini hala görür gibiyim ve tap-tap seslerini duyar gibiyim…

Annem Darı’dan çok güzel yemekler de yapardı…“Katımış” darı ekmeğinden yaptığı ve “mollaç” adını verdiği yemek bir nevi çorba şekliydi ve günün her saatinde yenecek bir yemekti. Annemin darı’dan yaptığı yoğurtlu ve etli-soğanlı keşkek şekilleri hiçbir aşçının yapamayacağı kadar güzel olurdu…

Bir gün kendisine bunun sırrını sormuştum;

Demişti ki; “-Yaptığım yoğurtlu ve soğanlı keşkeğin güzel olması hem darının cinsinden, hem darının “dibekte döğülürken iyi “kepertilme” sinden, hem dibekte dövülen darının iyi savrulup kurutulmasından, hem de pişirilmesinden kaynaklanır…” demişti.

Annemin yaptığı yöresel yemeklerden biri de yeşil turp otundan yaptığı “Susamlı Turp Otu” yemeğiydi… Turp otunu haşlaması, soğuduktan sonra iki avucunun arasında suyunu sıkarak topak hale getirmesi ve sonra bir tencerede soğan kavurması, turp otunu bu soğanın içine koyup üzerine de susam atarak ocakta odunla pişirmesi çocukluğumda en çok izlediğim yemek yapma şekliydi…

“Maş” ürününden yaptığı içi soğanlı “maş çorbası” özellikle kış aylarının en gözde yemeği olurdu…

Tatlı olarak yaptığı içi cevizli incirden yaptığı “Heleş” ile susam – pekmez karışımı “Samsıra” tadına doyum olmayan tatlılardı…

Annem tam bir Osmanlı hanımefendisiydi… Çocuklarını ve özellikle beni her konuda iyi yetiştirmişti…

Çocukluğum iki ayrı yerde geçmişti.

Birincisi doğduğum yer olan sahil ’de bugünkü adıyla Denizciler mahallesinde, ikincisi ise yayla ’da bugünkü adıyla Çok oluk (Tersakan)yaylasında…

Babam asker malulü olduğu için devletten aylık alıyordu.

Çocukluğumda ülkede kıtlık yılları olduğu için tüm komşularımız bu kıtlıktan etkilenirken bizim evimizde bu sıkıntılı günler yaşanmamıştı. Babamın aldığı aylık hem ailemize hem de çevremizdeki yakınlarımıza yansıyordu.

Bizim bir Fordson Majör marka traktörümüz vardı. Gaz yağıyla çalışıyordu. O dönem gaz yağı sıkıntısı vardı. Bir fener ve lamba dolusu gaz bulunamaz, çıra ile aydınlanmaya çalışılırdı.

Babam askeri malulü olduğu için Bozyazı kasabasının bağlı olduğu Anamur kaymakamı, Anamur Belediye başkanı ve garnizon komutanı onun her istediğini yerine getiriyorlardı.

Traktör için gaz yağı istediğinde kocaman bidonlarda babama gaz yağı verirlerdi. Babam da bunu traktörde kullanmaz fenerini, lambasını getirenlere bedava gaz yağı dağıtırdı. Öyle ki civar köylerden gelen tüm insanların fener ve lambalarına babamla birlikte gaz yağı koyardık.

Babam askerde sahra hastanesinde sağlıkla ilgili çok bilgiler edinmiş olmalı idi ki evimiz adeta bir eczane gibiydi. Her türlü ilaç vardı.

O dönemde ekilen “Çeltik” sebebiyle yöremizde çok miktarda sivrisinek oluşuyordu… Zehirli olanları insanları ısırdığı zaman iyileşmeyen cerahatli yaralar oluşuyordu.

Yöremizde doktor olmadığı için bu tür hastalar babama gelir, babam da kendine has yöntemlerle bu yaraları iyi ederdi. Evimiz adeta küçük çaplı bir dispanser gibiydi. Babam hiç kimseden de para almazdı.

Babamın sağlıkla ilgili operasyonları hem sahilde, hem de yaylada devam etmiş, çocukluk günlerimin en güzel anıları olmuştu.

Çocukluğumda beni en çok etkileyen olaylardan biri de derlenen ekinlerin harman adı verilen yere toplanması ve buğday – arpa – çavdar elde etmek için harmanın düvenle, düvene atlar koşularak sürülmesiydi…

En çok sevdiğim de rafhan’a kalkmış atların çektiği “Düvenlere binmekti.

Bizim hem yaylada, hem sahilde 100’lerce dönüm tarlamız vardı… Babam buralara ortak olarak ekin ektirirdi.  Ortaklar ekinleri harmana topladıktan sonra sürme işlemine geçilirdi…

Atların çektiği “Düvenlere hayran – hayran bakarken “düveni süren kişi (tarla sahibinin oğlu olduğum için olsa gerek) beni yanına çağırıp düvene bindirirdi… Biteviye saatlerce “düven ”in üzerinden inmezdim.

Ahmet Kiya diye bir ortağımız vardı… Atları da vardı, düveni de… Ortak olduğumuz ekinleri harmanda genelde Ahmet Kiya sürerdi…

Beni de çok severdi… Ben de onu…Özellikle yaylada hep onun sürdüğü düvene binerdim…İki atla sürerdi harmanı ama bu sürme işlemi haftalarca devam ederdi…

Günlerden bir gün küçücük zihnimde bir olay şekillendirdim ve bunu babama anlattım…Hem de Ahmet Kiya amcayı şikâyet ederek…

İstirahat zamanı harmanda kalan AT’lar baktım dur durak bilmeden habire sürmekte olduğu ekinleri yiyor…

Bir de hareket halinde iken başlarını, oluşan samanın içine sokuyor ve sürdüğü buğdayları yiyor… Çocuk halimle elimden de bir şey gelmiyor… İşte bunu babama anlattım… Adeta atları şikâyet ettim.

Aynen şöyle dediğimi hatırlıyorum: ”Baba atlar buğdayımızı yiyip bitirecek…”

Şu anda babamın bana ne cevap verdiğini hatırlamıyorum  ama ben yine çocukluğumda atların çektiği düvenlere binmeye devam ettim…

Hoşça kalınız.

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir