26 Nisan 2024

ADD KURUCU ÜYESİ Prof. Dr. Mustafa ALTINTAŞ: NUSAYBİN’DEN, MERSİN-MEZİTLİ’YE…

0
27 Eylül 2022’de Mersin-Mezitli Polisevi’ne yönelik intihar saldırısı ve sonrasında yaşanmakta olan siyasal tartışmalar, suçlamalar, bana 22 Temmuz 2015’de iki polis memurunun (Feyyaz Yumuşak ve Okan Uçar) Ceylanpıar’daki evlerinde ölü bulunmasını ve sonrasındaki gelişmeleri anımsattı.
Mersin-Mezitli’de yaşamdan kopartılan polis memuru Sedat Gezer’i ve ondan öncekileri saygı ile anıyorum. Ve eğer, İçişleri Bakanı’nın söyledikleri doğru ise (teröristlerin ayakkabı numaralarına kadar bildikleri ve canlı bombaların ülkeye Münbiç’ten hareket edip, tam 12-13 saat paramotorla Tarsus’a geldiklerini, ABD merkezli bir eylem olduğundan emin olduklarını), bu saldırıyı önlemekte kusurlu ve hatta suçlu olanlar adına, Sedat Gezer’in bizleri bağışlamasını diliyorum. Demek ki görevimizi yapmamanın ötesinde, bu saldırıyı önlemekte ağır kusuru, hatta suçu olanların halen görevde tutulmasını da anlamakta zorlanıyorum.
Bu türden terör saldırıların ereği, rastlantı olarak o evde yada polisevi yakınında bulunmalarından ötürü canlarından olan insanlarımız olduğunu söylemek, aklımızla alay etmek anlamına gelir.
Bu nedenle öncelikle, bu saldırıların asıl ereğinin ortaya çıkartılması ve bu saldırılar ve öldürümlerden neyin önünün kesilmek istendiğinin, kanıtları ile ortaya konulması gerekmektedir.
Bunu yapacaklar ise, aynı zamanda “adli kolluk” hizmetini de yürütmekte olan güvenlik güçlerimiz ile, siyasal iktidarın değil, Cumhuriyetimizin savcılarıdır.
22 Temmuz 2015’deki Ceylanpınarı Cinayeti; 1984’de başlayan ve süren, onca insan ve toplumsal  gönencimizi yükseltmeye yönelik harcamaların önünü kesen ekonomik kayıplarımıza neden olan,  T.C. ile PKK çatışmasını çözmeye yönelik AKP Hükümeti tarafından başlatılan “çözüm/açılım süreci” yada “demokratik açılımı/Kürt Açılımı”nı sonlandırmış, çatışma ortamın yeniden artarak başlaması sonucunu doğurmuştur.
Ceylanpınar öldürümleri ise, “faili meçhul cinayetler çizelgesinde” yerini almıştır.
Mezitli saldırısı sonrası yapılan açıklamalar ise kafa karıştırıcı, gerçeğin üstünün örtülmesi amaçlı olduğuna ilişkin kuşkuların doğmasına neden olucu boyutlara varmış bulunmakta.
İçişleri Bakanı, bu konuda rakipsiz.
CHP’den başlayarak, ABD’ye kadar uzanırken, ayakkabı numarasını bildiğini öne sürmesine karşın, ilan edilen saldırganın, o kişi olmadığına ilişkin açıklamalar yapılıyor. Dışişleri Bakanı Suriye’yi gösteriyor.
Oysa ki, içinde yer aldıkları BeştepeKabinesi, özellikle de MİT Başkanı Suriye ilişkilerini olağan rayına oturtturmak için Suriyeli Mevkidaşı ile görüşürken, AKP Genel Başkanı-Cumhurbaşkanı ise, Suriye Cumhurbaşkanı ile görüşme isteğini “keşke gelse idi” diye dillendiriyor.
İnsanın aklına, 22 Temmuz 2015’de Ceylanpıar cinayetleri ile sonlandırılan “süreç/açılım” gibi, “Suriye ile yaklaşmamızın önü kesilmek isteniyor mu?” sorusunu getiriyor.
Mersin Başsavcısına ise, CHP Genel Başkanı, “Dosyayı gizlemeye çalışma, biliyoruz gerçekleri, utanmıyor musunuz!” çağrısında bulunuyor.
Çok sağduyulu ve birlik içinde olmayı gerektiren günleri yaşamaktayız.
Dört yanımızda savaş tamtamları çalmakta, toplumsal kargaşa ve iç savaşlar sürmekte.
Ayrışırsak, birbirimize düşman olmaya iteklenirsek kan dökenlere, can alanlara güç katarız.
Burada görev ve sorumluluk laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin savcılarına düşmektedir. Başsavcılara, savcılara Atatürk’ün 09.10.1925 günlü seslenişini okuyup, içselleştirmelerini öneririm.

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir