Bir önceki yazımda, Harbiyeli Teğmenlerin, özellikle Kara Harp Okulu okul birincisi kadın  ve diğer erkek teğmenlerin 30 Ağustos 2024 tarihinde resmi törenlerinden sonraki özel  yemin törenleri çok konuşuldu. Bu gelişmeler, 12 Eylül darbesi sonrası bir teğmenin bizzat tanık olduğum başından  geçenleri  yazmaya bu yazımda  devam ediyorum.

“Birinci bölümde değindiğim intibak kampı sonunda  başta yemin töreni olmak üzere değinmediğim bazı önemli ayrıntıları da bu bölümde belirtmem gerekiyor.

Geleneksel olarak her yıl yapılan Yemin törenlerinden sonra  intibak kampı tamamlanıp , Deniz Harp Okulu eğitim tarihine kadar izine çıkarlardı.

Önceki yazının birinci  bölümünde bıraktığım yerden devam ediyorum.

“6 Kasım 1983 günü resmi kıyafetli nazik bir Deniz Anfibi Üsteğmen, eşliğinde İzmir Narlıdere’deki askeri birliğe götürüldü. Aynı gün  yanında bu sefer, bir yüzbaşı ile yine sivil kıyafetlerle bir yolcu otobüsüyle Ankara’ya Dil okuluna götürüldü.

Sabah  Balgat’daki dil okulunun nizamiye kapısında nöbetçi subaya teğmeni  teslim etti.

7 Kasım 1983’den, Şubat 1984 ortasına kadar burada kendilerini Milli Güvenlik Konseyi adına yetkilendirildiklerini ifade edenler tarafından  aralıklı üç kez sorguya çekildi. Şubat 1984 ortalarında dil okulundan  bir grup karacı teğmen ve üsteğmenlerle toplu olarak sivil bir otobüsle İstanbul’a hareket ettiler. İstanbul’da önce  Selimiye kışlasına, ertesi gün, Şişli‘deki Harbiye askeri Nezarethanesine, daha sonra Gayrettepe Polis Merkezi’ne, orada bir hafta sorgusuz hücrede kaldıktan sonra (yapılanlar hukuki kalıba sokulduktan sonra) tekrar Selimiye kışlasında sıkıyönetim savcılığına sevk edildiler.

O güne kadar adını hiç duymadığımız, sonradan düzmece  olduğu anlaşılan  “üçüncü yol torba” iddianamesi ile suçlandığını  öğrendi.

Somut bir delil olmaması nedeniyle, Şubat 1984’de savcılık tarafından Selimiye’den salıverildi.

Ancak, Gölcük Tersane Komutanlığı kadrosundan  Askeri Şura Kararı ile resen emekli edildiğini Mart 1984 tarihinde öğrenebildi.

12 Eylül darbesi nedeniyle bu hukuk ve kayıt dışı soruşturmalara karşı, yeni kurulmuş 1. Özal hükümetinin  “Bu hukuksuz işlemlerin sonlandırılması” talebi oldu.

Bu nedenle bu ‘hukuk ve yasa dışı’ darbe uygulaması bir veya iki dönem daha devam ederek sonlandırıldı.”

Bu yazıda anlatılan olaylar bu satırlarının yazarının bizzat yaşadığı olaylardır.

12 Eylül öncesi ve sonrası bir çok yurttaş ve aile gibi, benim ve ailemin yaşadığı  bu çok sıkıntılı hukuk ve yasa dışı sürecin Anglo NATO’nun  talimatı ile 12 Eylül Cuntası ve TSK  içindeki sınırlı bir kadro tarafından yapıldığı  kanaatindeyim.

Köy Enstitülü  ve Atatürkçü öğretmen bir babanın evladı olarak, Ömrü boyunca Atatürk Devrim ve İlkelerinden ödün vermemiş, bir yurttaş  olarak, hiç bir yasa dışı olay ve suça karışmamıştım. Böyle olduğu halde,  yukarıda anlatılan şekilde; hiç bir hukuki ve kanuni gerekçe olmadan  TSK ile ilişkisi kesilen Deniz Mühendis Teğmen olarak bir buçuk ay sonra Askeri Şura kararı ile Mart 1984 yılında ilişkimin kesilmesinin bu yıl 40. Yıldönümüydü.

Sadece, 12 Eylül darbesi değil, onbinlerce sol ve sağ düşünceli her kökenden  gençliğin  birbirine  kırdırıldığı yetmemi, çatışma çıkarmak için başta Maraş, Çorum olmak üzere doğudan batıya her ilimizde toplu katliamlar, işkence ve faili meçhuller ve intiharlar yaşatılmıştı.

Ayrıca halen Ukrayna’da ve Suriye’de savaşlara ölümlere ve göçlere neden olan  da 1952 yılında girdiğimiz bu uluslararası suç örgütüdür.

Bu yazıda değindiğim tüm yaşananlar ve yaşadıklarımın sonucu olarak ve bizden önce ve bizden sonra, 15 Temmuz öncesi ve sonrası Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu teğmenler ve diğer rütbeliler üzerinde yapılan operasyonlar Anglo-NATO ve yerli işbirlikçilerinindir.

Tüm bunlar, Anglo-NATO’nun Brüksel’deki odalarından emir alan ülkemizdeki darbecilerin
işidir.

12 Eylül darbesi ile Kara Harp Okulu 1974 Girişli ve Genel Kurmayı mahkemeye vermiş, yaklaşık Kuleli 1974 mezunu, 680 subay ile binlerce Denizci, Havacı, Karacı Atatürkçü subay astsubay ve öğrenciyi tasfiye edilmişti.

15 Temmuz öncesi ve sonrasında da, Balyoz,  Ergenekon ve casusluk dava süreçlerinde Yüzbaşı Ali Tatar gibi intihar eden subay, astsubayların ile yaşlılıktan veya hastalıktan hapiste  ölümüne neden  olan ve hala suçsuz tutsak amiral ve generalleri hapislerde tutan aynı  Anglo-NATO ve yerli işbirlikçileridir.

Başta Bülent Ecevit, Necmeddin Erbakan gibi Kıbrıs’ta Anglo-NATO politikasına boyun eğmeyen  siyasetçileri ve de anti emperyalist solu ve sağı (ülkücüler dahil)  idam ve siyasi dava ve  cezalarla tasfiye ederek, bugünkü  -siyasal islam  tek adam iktidarının-önünü açada aynı zihniyetin işbirlikçileridir

Bugün, Cumhuriyetimizi ve tüm kurumlarını işlevsiz hale getiren, tek adam sistemiyle okullara kadar giren tarikatların önünü açan da hep bu Anglo-NATO’cu zihniyettir.

Bu zihniyetin temsilcileri de, Hitler, Mussolini, Netanyahu gibi figürler olarak tarihin kirli sayfalarında yer alacaklardır.

1984 subay(teğmen, üsteğmen) tasfiyesinin 40. yılında bugüne kadar Atatürkçü ve yurtsever  oldukları için hapislere ve işkencelerde ölen sakat kalan intihar eden;

ayrıca, bildiğimiz ve bilemediğimiz tüm Atatürk Devrim ve İlkeleri için  hayatını kaybeden veya zarar görmüş erinden  teğmen, üsteğmen, Amiral ve Generallere kadar tüm subay, astsubayların mücadeleleri ve anıları önünde saygıyla eğiliyorum…

Yaşayanlara sağlıklı bir ömür diliyorum…