SOHBET KÖŞESİ: ÜNİVERSİTE HAYATIM ‘İSLAM MEDENİYETİ’ MECUASINDA YAPTIĞIM ÇALIŞMALARDAN DOLAYI ÇOK RENKLİ GEÇİYORDU

Üniversitede 10.000 adet basımı yapılan aylık İslam Medeniyeti mecmuasını çıkardıktan sonra “Sorunuz Söyleyelim” köşesini yürütmeye başlayınca derste bile hocalarım bana iyi yönde değişik bir gözle bakmaya başlamıştı.
Mecmua ile yazarlar arasındaki diyalog görevini de bana vermişlerdi.
Yazı hazırlayan hocalarım yazıyı bana veriyor, ben de mecmuayı çıkartan yönetimine ulaştırıyordum.
Bazı öğretim üyelerimiz yazıyı bana verdikten sonra odasına çağırıyor, yazıyı bana okutuyor, bazı değişiklikler yapıyor, yazının güzel olup olmadığı konusunda fikrimi almaya çalışıyorlardı…
Hocalarımın yazdığı yazı hakkında görüş bildirmem ne haddimeydi?
Bir defasında kendisinden tez aldığım Tefsir öğretmenimiz Sayın Zeki Sofuoğlu “MALAYANİ” diye bir yazı yazmış bunu mecmuaya vermemi istemişti.
Sayın Zeki Sofuoğlu hocam aynı zamanda Rektör yardımcısıydı.
Tam kapıdan çıkarken yazıyı temize çekmemi, bazı düzeltmeler yapmamı ve ondan sonra mecmuaya götürmemi söylemişti.
Aman Allah’ım… Sayın Zeki Sofuoğlu hocamın eksikleri var da onu ben mi düzeltecektim? Bir öğrenci olarak ne haddimeydi…
Bir baktım: Yazının başlığı MALAYANİ…
Allah Allah… Ne demek malayani? Yakın arkadaşlarıma sordum, anlamını bilen yok…
Büyük sınıflara sordum, onlar da bilmiyor…
Anlamını bile bilemediğimiz başlığın içeriğini nasıl düzeltecektim?
Osmanlıca-Türkçe bir lügat kitabım vardı… Oradan kelimenin anlamını buldum… Düzeltmeleri yaptım, Mecmua’ya verdim.
Hocamın ismiyle yayımlanan Malayani’de neredeyse üçte bir nispetinde değişiklikler yapmıştım.
Mecmua çıktıktan bir gün sonra Tefsir dersimiz vardı. Derste bana bakışlarından anladım ki, yaptığım düzeltmelerden çok memnun kalmış…Ancak bu konuda hiçbir şey söylememişti.
İşte aynen bunun gibi mecmua kanalıyla pek çok öğretmenimle iyi bir diyalog içine giriyordum. Onlarla aynı karede buluşmak, aynı mecmuada yazmak…Benim için gerçekten büyük bir ayrıcalıktı. Bunun semeresini de görüyordum.
İlk sene Fındıklıda okurken, ikinci sene Bağlarbaşı’ndaki şu anda Marmara Üniversitesi İlahiyat fakültesinin bulunduğu binaya taşınmıştık…
Bina üç bölümden oluşuyordu. İkisinde eğitim öğretim yapılıyordu.
Diğer bina yemekhane ve yatakhane bölümüydü. Bu bölüm 4 katlıydı. Alt kat yemekhane bölümü, Üst iki kat yatakhane bölümü ve en üst kat ise boştu.
Akşam etüt çalışmamızı eğitim öğretim yapılan yerde sürdürüyor ve saat 10.00’da yatıyorduk.
Etütten sonra eğitim öğretim yapılan binanın ışıkları söndürülür ve kapısı kilitlenirdi… Etüt saati bana yetmemeye başlamıştı.
Ders çalışmama ek olarak dergide yayınlanacak soruların cevaplarını da hazırlamam gerekiyordu. Öğretim üyeleri sırayla belleticilik görevi de yapıyordu.
Her defasında etüt odasından en son ben çıkmaya başladım…Çünkü zaman yetmiyordu…
Bu durum haftalarca devam etti. Her defasında çalışmam gerektiğini hocalarıma anlatıyordum. Onlar da saat 10.00’da yatmamız gerektiğini, kuralların böyle olduğunu söylüyorlardı.
Bir gün ders bitiminde arkadaşlarım;“seni hizmetli arıyor” demişlerdi…Hizmetli adımı sormuştu…Adımı söyleyince yatakhane bölümüne gitmemiz gerektiğini söylemişti…
Şaşırmıştım… Nedenini sorduğumda hiçbir şey söylememişti. Yatakhaneye bölümüne gitmiş, boş olan üst kata çıkmıştık. Odanın birini açmıştı.Tek yatak ve dolap vardı. Anahtarı vermiş ve: “Bundan sonra burada kalacakmışsın…”demişti.
Alt kattaki dolapta bulunan eşyalarımın üst kata çıkarılmasına da yardımcı olmuştu…
Bunu kimin istediğini ısrarla sormama rağmen hiç cevap vermemişti…
Yatakhanede bulunan diğer öğrencilerden ayrılmış ve tek başına boş bir katta, bir odada gece geç saatlere kadar çalışma imkânı bulmuştum.
Bu tek başına bir kat ve odada kalışım 3 yıl mezun oluncaya kadar devam etmişti. Bunu sağlayanın kim, hangi hocam olduğunu hala anlayabilmiş değilim…
Bence ya Dekanımız Sayın Ahmet Davudoğlu ya da yardımcısı Sayın Zeki Sofuoğlu idi…
İşte bunun için diyorum; “Üniversite’de ayrıcalıklı bir öğrenciydim.”diye.
Bu arada İslam Medeniyeti Mecmuasına Anadolu’dan mektuplar, sorular gelmeye devam ediyordu. Ben de bunları cevaplandırıyor Sayın Ahmet Davudoğlu hocama kontrol ettirdikten sonra mecmuaya veriyor ve yayımlattırıyordum.
15 Kasım 1967 tarihli İslam Medeniyeti mecmuasında soru soran ve cevapları yayımlanan kişiler şunlardı: Bursa’dan Ahmet Akgün, Küçükköyden İmdat Kaya, Rize’den Mustafa Meral Gündoğdu, Eskişehir’den Nazif Aşkun, Kadıköy’den Harun Tavukcuoğlu…
Gelen mektupları özel kütüphanemde hatıra olarak saklamaktayım.
Aradan 55 yıl geçmiştir. Vefat edenlere Allahtan rahmet, sağ olanlara sağlıklı ve mutlu bir ömür diliyorum.
Hoşça kalınız.