Avrupa Birliği, bir kez daha genişleme konuşuyor.
Ukrayna’dan Sırbistan’a, Karadağ’dan Arnavutluk’a kadar yeni adaylar listede. Brüksel’in dili umut dolu, hedef 2030’a kadar yeni bir dalga yaratmak.
Ama bu dalganın altında sessiz bir dip akıntısı var: beyin göçü.
Avrupa, genişledikçe büyümüyor; bazı yerlerde kan kaybediyor.
Her yeni üye, bir yandan Brüksel’e entegre olurken, diğer yandan kendi genç, eğitimli nüfusunu kaybediyor.
Romanya ve Hırvatistan bunun en çarpıcı örnekleri.
Dünya Bankası verilerine göre Hırvatistan, 2013’te AB’ye katıldığından bu yana yaklaşık 400 bin vatandaşını kaybetti.
Romanya’da tablo daha da dramatik: OECD verilerine göre her dört Romanyalıdan biri ülke dışında yaşıyor.
Yani genişleme, paradoksal biçimde, ‘Avrupa’ya katılım’ın değil ‘Avrupa’dan kopuş’un hikayesine dönüşüyor.
Bu tablo sadece demografik değil, ekonomik bir mesele.
Zira göç edenler çoğunlukla en eğitimli, en dinamik ve en üretken kuşak.
Yani Avrupa Birliği, doğudan batıya doğru insan sermayesinin yeniden dağılımını hızlandırıyor.
Batı Avrupa kazandıkça, Doğu Avrupa yoksullaşıyor.
AB’nin işgücü açığı da bu tabloyu daha karmaşık hale getiriyor.
Yaşlanan nüfus ve düşük doğurganlık oranı nedeniyle blok her yıl ortalama bir milyon çalışanını kaybediyor.
Bu eksikliği kapatmanın yolu, elbette serbest dolaşım. Ama serbest dolaşım, bir yandan işgücü boşluklarını doldururken, diğer yandan Balkanlar gibi bölgelerde “içsel sömürge” etkisi yaratıyor.
Yeni üyeler için Avrupa’ya katılmak, bir refah vaadi gibi sunuluyor.
Ama bu refahın gerçekleşmesi için gerekli olan insan gücü, katılımın hemen ardından valizini toplayıp Berlin, Amsterdam ya da Paris’e gidiyor.
Sonuç: büyüme potansiyeli kalmayan, yaşlanan ve umutları azalan bir çevre Avrupa.
Brüksel’in bu döngüyü kırması gerekiyor.
Uzmanların önerdiği gibi, hedefe yönelik tedbirler şart:
Yerel ekonomileri canlandıracak yatırım mekanizmaları, bölgede kalmayı teşvik eden istihdam programları ve en önemlisi “AB’ye katılım = göç” denkliğini kıracak sosyal politikalar.
Aksi halde genişleme, bir başarı hikayesinden çok, “merkez kazanır, çevre kaybeder” döngüsünün yeni bir versiyonu olur.
Avrupa’nın genişleme stratejisi, yalnızca yeni sınırlar çizmek değil;
aynı zamanda, bu sınırların içinde kalacak olan insanların neden kalmak isteyeceğini anlatabilmekle ilgili.
Aksi halde, Avrupa büyürken küçülmeye, birleşirken parçalanmaya devam eder.

