Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

MARAŞLI ŞEYHOĞLU SATILMIŞ VE HAN DUVARLARI ŞİİRİ

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, 1. Dünya Savaşı sırasında ömrü cephelerde geçmiş,

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, 1. Dünya Savaşı sırasında ömrü cephelerde geçmiş, şair ruhlu kahraman bir Türk Askeri’dir. Sarıkamış Harekatı’nın planlanması sürecinde Yemen Cephesi’nden Sarıkamış’a sevk edilmiş ve en ağır kış şartlarında gerçekleştirilen bu Harekat’a, üzerindeki yazlık kıyafetiyle katılmıştır. Harekat’ın hüsranla sonuçlanması üzerine de köyüne dönmek üzere yola çıkmış ve yakalandığı amansız verem hastalığı yüzünden Ulukışla yakınlarındaki bir handa, hasretini çektiği köyüne kavuşamadan hayatını kaybetmiştir.

Hikayeye göre, Kayseri Lisesi’ne öğretmen olarak atanan Faruk Nafiz Çamlıbel, 1922 Yılı Martı’nın ayaz bir sabahında, yaylı denilen bir at arabasıyla Ulukışla’dan Kayseri’ye giderken, yol üzerinde konakladığı hanlarda, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın elleriyle duvarlara kazıdığı o meşhur dizelerle karşılaşır ve bu dizelerden esinlenerek, memleket edebiyatı denilen akımı başlatan HAN DUVARLARI adlı şiirini yazar.

Şair’in, Kaplumbağa Terbiyecisi adlı eserin de sahibi olan, ünlü ressam Osman Hamdi Bey’e ithaf ettiği, zengin teşbih ve kafiyelerle örülmüş düz yazı tadındaki bu Şiiri, 140 dizeden oluşmuş olup, Mesnevi tarzında hece vezniyle yazılmış yol temalı bir şiirdir.

İşte o Şiir!

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı!

Bir dakika araba yerinde durakladı!

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar

Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar

Gidiyordum gurbeti gönlümde duya duya

Ulukışla Yolu’ndan Orta Anadolu’ya

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık!

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı!

Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları!

Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler

Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler!

Ellerim takılırken rüzgarların saçına!

Asıldı arabamız bir dağın yamacına

Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık

Yalnız arabacının dudağında bir ıslık

Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar

Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar!

Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu!

Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu

Serpilmeye başladı bir yağmur ince, ince

Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince

Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi!

Yollar bir şerit gibi ufka bağladı Bizi!

Gurbet Beni muttasıl çekiyordu kendine!

Yol, hep yol, daima yol, bitmiyor düzlük yine!

Ne civarda bir ev var, ne bir evin hayali…

Sonu ademdir diyor insana yolun hali!

Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan!

Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan!

Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor!

Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor!

Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine

Uzanmışım kalmışım yaylının şiltesine

Bir sarsıntı uyandım, uzun süren uykudan

Geçiyordu araba suya benzer bir yoldan!

Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu!

Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu!

Ağır, ağır önümden geçti deve kervanı!

Bir kenarda göründü beldenin viran hanı!

Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri!

Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri!

Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya

Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya!

Bir noktada birleşmiş Vatan’ın dört bucağı

Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı!

Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor!

Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor!

Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı!

Her yüzü çiziyordu biz hüzün kırışığı!

Gitgide Ayet gibi bir bir derinleştiler!

Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler…

Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı!

Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı!

Fani bir iz bırakmış, burada yatmışsa kimler!?

Aygın, baygın maniler, açık, saçık resimler!

Uykuya varmak için bu hazin günde erken

Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken

Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı!

Bu dört mısra değildi, sanki dört damla kandı!

Ben garip çizgilerle uğraşırken baş başa

Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa!

“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan!

Baba ocağından, yâr kucağından…

Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan huduta atılmışım Ben!”

Altında da bir tarih, Sekiz Mart Otuz Yedi

Gözüm imza yerinde başka ad da görmedi!

Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!

Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş…

Araya gitti diye içlenme baharına!

Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!

Ertesi gün başladı, gün doğmadan yolculuk!

Soğuk bir mart sabahı buz tutuyor her soluk!

Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri!

Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri!

Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor!

Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor!

Yanımızdan geçiyor ağır, ağır kervanlar!

Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar!

Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz gitgide!

İki dağ ortasında boğulan bir geçide!

Sıkı bir poyraz Beni titretirken içimden

Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden!

Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla!

Önümdeki arazi örtülü şimdi karla!

Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu!

Burada son fırtına son dalı kırıyordu!

Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla

Savrulmaya başladı karlar etrafımızda!

Karlar etrafımızı beyaz bir karanlığa gömdü!

Kar değil gökyüzünden yağan beyaz ölümdü!

Gönlümde canlanırken köye varmak emeli

Arabacı haykırdı “işte Araplıbeli!”

Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana!

Biz menzile vararak atları çektik hana!

Bizden evvel buraya inen üç, dört arkadaş

Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş!

Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor!

Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor!

Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri!

Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri!

Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor!

Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor!

“Gönlümü çekse de yârin hayali

Aşmaya kudretim yetmez cibali

Yolcuyum bir kuru yaprak misali!

Rüzgarın önüne katılmışım Ben!”

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı!

Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı!

Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde!

Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık!

Bir handa yorgun argın, tatlı bir uykuya daldık!

Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım!

Baş ucumda gördüğüm şu satırlara yandım!

“Garibim namıma Kerem diyorlar!

Aslı’mı el almış, haram diyorlar!

Hastayım, derdime verem diyorlar!

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım Ben!”

Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında!

Korkarım yaya kaldın, bu gurbet çıkmazında!

Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!

Bahtına lanet olsun, aşmadınsa bu dağı!?

Az değildir varmadan senin gibi yurduna Post verenler yabanın hayduduna, kurduna!

Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu

“Hancı!” dedim “bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?”

Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı Bende!

“Dedi hana sağ indi, ölü çıktı geçende!”

Yaşaran gözlerimde artık her şey değişti!

Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti!

Gönlümü Maraşlı’nın yaktı kara haberi!

Aradan yıllar geçti, işte o günden beri!

Ne zaman bir hana rastlasam irkilirim!

Çünkü onlarda gizlenen dertleri Ben bilirim!

Ey yolları hududa bağlayan yaşlı yollar!

Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!

Ey garip çizgilerle dolu han duvarları!

Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!

ZAFER HAFTAMIZ KUTLU OLSUN…

Dünya tarihinde, tarihi hafızası Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten daha güçlü bir lider yoktur! Onun kadar köklerine bağlı ve yine Onun kadar vizyoner (ileri görüşlü) bir lider zaten yoktur.

Ne mutlu, Atasının kıymetini bilip de izinden gidenlere! Ne mutlu, Türk Milleti’nin şanına ve şerefine yakışır davrananlara!

Zafer Haftamız kutlu olsun!