Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

GAZİ ÖĞRETMEN ( 144 )

Aynı gün tankların geçişinden
Aynı gün tankların geçişinden sonra Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı sayın Baykal, Refah Partisinin İran ile işbirliği yaparak rejimi yıkmaya çalıştığını öne sürmüş, buna karşı ortak mücadele çağrısında bulunmuştu…
5 Şubat 1997:
Cumhurbaşkanı sayın Süleyman Demirel, başbakan sayın Necmettin Erbakan’a uyarı mektubu göndermişti…
Oramiral sayın Güven Erkaya: “İrtica, PKK’dan daha tehlikeli” demişti…
Sayın Hüsamettin Cindoruk: “Refah Partisi düzeni silahla değiştirecek…” demişti…
8 Şubat 1997:
Anavatan Partisi genel başkanı sayın Mesut Yılmaz, Refah Partisi tabanının militanlaşma ve silahlanma sürecine girdiğini savunmuş, “Refah Partisi silahlanıyor…” açıklamasını yapmıştı…
Belli gazeteler de kasıtlı olarak pompalı silah satışının arttığına dair haberler üretmiş, olay Milli Güvenlik Kuruluna taşınmıştı…
21 Şubat 1997:
Kudüs gecesi sebebiyle Türkiye ve İran karşılıklı olarak büyükelçilerini geri çekmişti…
Genel Kurmay ikinci başkanı sayın Çevik Bir, İran’ın “terörist devlet” muamelesi görmesini istemişti…
23 Şubat 1997:
Hürriyet gazetesi birinci sayfada eliyle yüzünü kapatan başbakan sayın Necmettin Erbakan’ın bir resmini yayımlamış ve Beşiktaşlı futbolcu “Amokachi’den ders” başlığı altında manşet haber yapmış; “İslam en güzel ama en istismar edilen din” sözlerini yayımlamış altına da “Amokachi Türkiye’deki din istismarcılarına büyük ders verdi…” diyerek yanına da malum fotoğrafı koymuştu…
28 Şubat 1997:
Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapılmış, alınan kararlar hükümete bildirilmiş, Laiklik konusunda yasaların uygulanması istenmişti…
Başbakan sayın Necmettin Erbakan bu kararları imzalamamış,5’inci günün sonunda direnci kırılarak imzalamak zorunda kalmıştı…
Milli Güvenlik Kurulu kararlarını uygulama komitesi kurularak ülke genelinde hayâlî “İrtica” avına çıkılmıştı…
Böylece 28 Şubat “postmodern darbe” fiilen başlamıştı…
İşte GÜNLÜĞÜM’e yansıyan ve dolu-dolu geçen hayatımı etkileyen 28 Şubattan önceki 6 aylık zaman ve bu zaman içinde meydana gelen süreç bu şekilde işlemişti…
Malum çevrelerce masum insanlar fişlenmeye ve görevden uzaklaştırılmaya başlanmıştı…
O günlerde ödül üstüne ödül alan,30’un üzerinde takdir, teşekkür, başarı belgesi ve şükran plaketleri verilen, yıllarca aynı anda 3 görevde çalıştırılan ben de bu fişlenenler arasındaydım…
Suçum sanırım sadece Din eğitimi veren bir okuldan mezun olmaktı…
Ya da milliyetçi Muhafazakar olmaktı…
Oysa bunlar benim için onur kaynağı idi…
28 Şubat’ı hayat hikayemin içinde niye yazdım?..
Bu süreç dolu – dolu geçen hayatımda bir dönüm noktasıydı da onun için yazdım…
28 Şubat kararlarından sonra ne olmuştu?..
GÜNLÜĞÜM’de yazılı olduğu şekliyle 28 Şubattan sonraki dolu-dolu geçen hayatımı etkileyen 4 aylık süreyi de sizlerle paylaşmak istiyorum:
5 Mart 1997:
TÜSİAD, KESK, DİSK, TİSK ve Türk-İş, Milli Güvenlik Kurulu kararlarına tam destek verdiklerini açıklamıştı…
Sayın Derviş Günday, sayın Bayram Meral ve sayın Rıdvan Budak; “Laik ve Çağdaş demokrasi tehlikede…” diye beyanat vermişlerdi…
30 Mart 1997:
Çağdaşlaşmanın göstergesi olarak, Ankara Türk Metal-İş sendikasına ait Mustafa Özbek salonunda Beethoven konseri düzenlenmiş ve burada 10 bin kişi toplanmıştı…
Cumhurbaşkanı sayın Demirel’in “İşte Çağdaş Türkiye…” sözleri büyük alkış almıştı…
5 Nisan 1997:
Genelkurmay ikinci başkanı sayın Çevik Bir Washington Post gazetesine verdiği beyanatta; Laiklik karşıtı akımlarla mücadelenin Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir numaralı önceliği olduğunu belirterek: “İlk hedef irtica…”açıklaması yapmıştı…
O sıralarda PKK 10’larca masum çocuğu katletmişti…
Ama PKK değil, nedense “hayali irtica” hedef gösterilmişti…
20 Nisan 1997:
Tuğgeneral sayın Osman Özbek, bir tiyatro grubunun sahnelediği “Bir hak düşmanı” isimli oyunda ordunun eleştirildiği gerekçesiyle Başbakan sayın Necmettin Erbakan’a ağır hakaretlerde bulunmuştu…
Sayın Özbek’e Genel Kurmay Başkanı sayın Karadayı da destek vermişti…
“Günlüğüm”de yazılı olan ve fakat burada ismini vermeyi sakıncalı gördüğüm bazı üst düzey askerler;
“Hükümet gitmezse daha ağır açıklamalar gelecek…
Buna hazırlanın…” açıklaması yapmışlardı…
26 Nisan 1997:
Milli Güvenlik Kurulunda 8 yıllık kesintisiz İlköğretim uygulamasına geçilmesi kararlaştırılmıştı…
29 Nisan 1997:
Genelkurmay Başkanlığınca; Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile Üniversite rektörleri ve gazeteciler karargaha çağrılmış ve kendilerine İrtica brifingi verilmişti…
20 Mayıs 1997:
Başbakan sayın Necmettin Erbakan’la, başbakan yardımcısı sayın Tansu Çiller bir yıl içinde seçim kararı almıştı…
1 ay içinde de başbakanlığın sayın Tansu Çiller’e devredileceği ifade edilmişti…
21 Mayıs 1997:
Yargıtay başsavcısı sayın Vural Savaş: “kan emici, yarasa, habis ur” gibi tanımlamalar içeren bir iddianame hazırlamış ve Refah Partisi hakkında kapatma davası açmıştı…
Sayın Savaş bazı politikacıların da “gaflet ve ihanet içinde” olduklarını söylemişti…
7 Haziran 1997:
Genel Kurmay Başkanlığı bir genelge yayımlayarak; “İslami Sermaye” olarak gördüğü firmalardan ürün alınmamasını istemiş, sakıncalı görülen şirket isimlerini sıralamıştı…
Bu isimler GÜNLÜĞÜM’de mevcuttur ancak uygun olmayacağı düşüncesiyle bu isimleri sizlerle paylaşamıyorum…
10 Haziran 1997:
Genelkurmay Başkanlığı bütün savcıları çağırarak kendilerine: “İslami Sermaye” brifingi vermişti…
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile birlikte 420 savcı ve yargıç salonu doldurmuştu…
Tümgeneral Sayın Fevzi Türker’in verdiği brifinge Anayasa mahkemesi başkanı sayın Yekta Güngör Özden ve Yargıtay başsavcısı sayın Vural Savaş ta katılmıştı…
Genel Kurmay Başkanlığında irticai faaliyetleri izlemek için BATI HAREKÂT GRUBU kurulmuş, ordunun gerekirse silah kullanacağı ifade edilmişti…
18 Haziran 1997:
Başbakan Sayın Necmettin Erbakan daha önce anlaştıkları şekliyle görevini başbakan yardımcısı sayın Tansu Çiller’e devretmek amacıyla istifa etmişti…
21 Haziran 1997:
Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel hükümeti kurma görevini Sayın Çiller’e değil de Sayın Mesut Yılmaza vermişti…
Sayın Tansu Çiller: “Bu Çankaya darbesidir” diye beyanat vermişti…
Sayın Mesut Yılmaz; Sayın Bülent Ecevit ve sayın Hüsamettin Cindoruk ile ortak bir hükümet kurmuştu…
İşte GÜNLÜĞÜM’e yansıyan 28 Şubat darbesinden sonraki 4 aylık zaman içinde meydana gelen olaylar bunlardan ibaretti…
Sonra ne mi olmuştu?…
İşte “günlüğüm”e yansıyan bazı anekdotlar:
Anayasa Mahkemesi; 17 Ocak 1998 tarihinde Refah Partisini kapatmıştı…
Yargıtay; Siirt’te okuduğu bir şiir sebebiyle 10 ay hapis cezasına mahkum edilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan hakkındaki kararı onamıştı…
Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Pınarhisar cezaevinde 4 ay hapis yatmış, ardından AK Parti’yi kurmuş ve tek başına iktidar olmuştu…
Yukarda periyodik olarak anlattığım gibi 28 Şubat süreci devam ederken 1 yıllık Sayın Necmettin Erbakan ve Refah yol hükümeti gitmiş onun yerine 30.06 1997’de 55’inci Türkiye Cumhuriyeti hükümeti olarak 3’üncü Sayın Mesut Yılmaz ve Ana sol hükümeti gelmişti…
Sayın Mesut Yılmaz ve ana sol hükümeti döneminde 28 Şubat süreci bütün şiddetiyle devam etmiş, ülkenin temel taşlarını oluşturan pek çok bürokrat görevden alınarak yerine genelde ehliyetsiz kişiler göreve getirilmiş, ülke kaos sürecini girmişti…
28 Şubat kararları sanki bir darbe niteliğine bürünmüştü…
“Postmodern Darbe”olarak tanımlanan ve yukarda GÜNLÜĞÜM’den aktardığım 28 Şubat 1997’nin ilk 6 aylık ve son 4 aylık bölümlerinde görüldüğü gibi ülkemiz sanki korkunç bir uçurumun içindeymiş gibi gösterilmeye çalışılmıştı…
Oysa gerçek bu değildi…
Hayali senaryolar düzenlenmiş, bir yıl öncesinden başlayan plan ve projelerle darbe niteliğinde bir “POSTMODERN DARBE” gerçekleştirilmişti…
Şimdi ÖZEL DERSHANELERİN 2 yıl içinde başka eğitim kurumlarına dönüştürülmesine karşı olan kurum ve kuruluşlarımıza soruyorum:
Sizce ülke 28 Şubat Postmodern Darbelerle mi devam etmeliydi?
İşte Sayın Yılmaz KARAKOYUNLU beyefendinin takdir ve tebrik ettiği yazım buydu
Sayın Yılmaz beye tekrar teşekkür ediyorum.
Son söz olarak diyorum ki: 28 Şubat Postmodern darbenin iç yüzünü bilmeyenlerin Türkiye gerçekleri hakkında söz söylemeye hakları yoktur.
( devam edecek )