“Yanlış uslüp doğru sözün celladıdır!” der ünlü şair ve düşünür Sadi Şirazi. (1317 – 1390)
Bu Ülke’de (maalesef!) ciddi anlamda dil ve söylem sorunu var. Başta siyasetçiler olmak üzere, toplumun sürekli gözü önünde olan yetkili ya da sorumlu mevkideki birçok insan, gırtlağın dokuz boğum olduğunu unutup, ağzına geleni söylemekte bir sakınca görmüyor.
Oysa bu insanların dilleri ve söylemleriyle topluma örnek olmaları lazım. Daha açık bir ifadeyle, ağızlarından çıkanlara dikkat etmeleri ve yakıcı, acıtıcı, yaralayıcı dilden ve söylemden uzak durmaları lazım. Çünkü bu yakıcı, acıtıcı, yaralayıcı dil ve söylem, basın ve medya üzerinden topluma da yansıyor ve “Üzüm üzüme baka baka kararır!” misali toplumun dilinde ve söyleminde de bozulmalara yol açıyor. Toplumun sürekli gözü önünde olanların (özellikle de siyasetçilerin) söz ve söylemleriyle çocuklarımıza, torunlarımıza kötü örnek olmaya hakları yoktur.
Bu Millet’in iyiliğini ve esenliğini düşünen, isteyen ve dileyen bir yurttaş olarak, bu yakışıksız dili ve söylemi reddediyorum ve vatandaşlarımızın bu gibilere itibar etmemelerini diliyorum!
İBN-İ HALDUN VE MUKADDİME
İslam Dünyası’nın yetiştirdiği en büyük değerlerden biri olan ve Batılı pek çok bilim insanı tarafından modern tarihçiliğin, sosyolojinin ve iktisat biliminin kurucusu olarak kabul edilen İbn-i Haldun, (1332 – 1406) Mükaddime adlı ünlü eserinde devletlerin hayatını bakın nasıl anlatıyor!?
Devletlerin hayatlarında beş dönem vardır!
Birinci Dönem : Zafer ve kuruluş
İkinci Dönem : Otorite ve yükseliş
Üçüncü Dönem : Refah ve ümran (bayındırlık)
Dördüncü Dönem : Kanaat ve duraklama
Beşinci Dönem : İsraf, bozulma ve çöküş
İbn-i Haldun’a göre, devletlerin ilerleme ve yükselme dönemlerinde vergiler düşük, gelirler yüksek; bozulma, gerileme ve çöküş dönemlerinde ise vergiler yüksek, gelirler düşük olur. İbn-i Haldun, israfın ve bozulmanın arttığı ve doruğa vurduğu Beşinci Dönemi, devletlerin çökmeye ve yıkılmaya yüz tuttuğu dönem olarak adlandırır. Bunu da, gösterişli törenler ve protokoller yoluyla idarecilerin halktan kopmalarına ve lüks, şatafat içinde yaşamalarına (saltanat sürmelerine) bağlar. İsrafın, lüksün ve şatafatın yaygınlaştığı ve sıradanlaştığı böyle dönemlerde gelirler giderleri karşılayamaz olur ve devlet hazinesi sürekli açık verir. Devlet bu açığı kapatabilmek için zulüm derecesine varan vergilendirmelere baş vurur. Fakat israftan, lüksten ve şatafattan vazgeçilmediği için gelirler giderleri karşılamaya yetmez ve haliyle devletlerin hayatında herhangi bir iyileşme olmaz. İbn-i Haldun bu durumu insanların ihtiyarlık dönemlerine benzetir.
ZAHİT VE ALİM
Bir arif, tekkedeki sofularla belli bir süre arkadaşlık ettikten sonra oradan ayrılmaya ve medreseye gidip alimlerle (bilginlerle) arkadaşlık etmeye karar verir.
Arife niye böyle davrandığını sorduklarında şu cevabı verir!
-Zahit, (hoca) gemisini kurtaran kaptandır! O sadece kendini düşünür. Alim ise denize düşenleri de kurtarmaya çalışan insandır.
(Gülistan – Sadi Şirazi)