2022 Ekimin son gününden bu yana, özel nedenlerimle sağlık sistemimiz ile doğrudan ilgilenir oldum. Bu ilgimi tetikleyen bir başka neden ise, 29 Kasım 2022 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan, Gürhan Aydın ve Ailesi imzasını taşıyan “Vefatla İlgili Bildirim” başlıklı ilan oldu:
“Canımız, her şeyimiz, Serap’ımız; karaciğer rahatsızlığı nedeniyle doktor muayenehanelerinde ve güzide hastanelerimizde geçirdiği üç ayın bitiminde; saygıdeğer profesörlerimizin ilgileri, engin deneyimleri ve çok başarılı tedavileri sonucunda vefat etmiştir. Acımız hiç dinmeyecektir”.
Bu ilan, vefat sonrasında, bu süreçte görev almış muayene sahibi doktor ve tıp fakültesi profesörlerine yönelik bir teşekkür olmayıp, bir suçlama belgesidir.
Suçlamalar; ilgisizlik, deneyim yoksunluğu ve başarısız tedaviler olarak sıralanmaktadır.
Böyle bir suçlamanın muhatabı başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, TTB ile, bünyesinde tıp fakültesi bulunan üniversiteler ve de Cumhuriyetin var ise, Savcıları olması gerekir.
Gürhan Aydın Ailesi’nin bu ilanı, özel hastane ve üniversite hastanesi dolaşması sonrasında, 8 Kasım 2022 günü, bir hafta öncesinde abimizin arkasından, yaşamını yitiren kardeşimin, tanıklık ettiğim tedavi sürecini, yeniden anımsamama neden oldu. Yanı sıra, görme/okuma zorluğumu giderme amaçlı başvurum sırasında yaşadıklarım, sağlık sistemimiz üzerinde yeniden düşünmemiz gerektiğini ortaya koymuştur.
Öncelikle, her T.C. yurttaşının, Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerden eşitlik ve sosyal adalet gereğince yararlanarak ulusal/evrensel kültür, uygarlık ve hukuk düzeni içinde, onurlu bir yaşam sürdürme ve özdeksel ve tinsel varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğunu anımsatmak isterim.
Bu doğuştan sahip olunulan hak ve yetkiyi sağlayacak ve laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olarak tanımlanan devlet olduğu, Anayasa’nın 5 inci maddesinde; ”Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak…” olarak yer almaktadır.
Yazımıza konu kıldığımız sağlık sisteminin Devletin yerine getirmesi gereken görevi Anayasa’nın 56. maddesinde; “…Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir…”diye düzenlenmiştir.
Bu Anayasal kurallarına karşın, sağlık hizmetini sunan sağlık kuruluşları ve çalışanları (kayıt memuru ve sağlık hizmetlileri, hemşire, doktor) ile, bu hizmetin muhatabı yurttaşlar, sistemden yakınmakta ve görünür aktörler arasındaki giderek çatışmaya kadar varan sorunlara neden olmaktadır. Siyasal otorite ise, bir yandan bu kargaşa ve çatışmayı izlemek ve zaman zaman, şiddeti ortadan önleyemeyen kurallar getirmekle yetinirken, artırılan tıp fakültesi, hastane, yatak sayısı ile övünülmektedir. Konuyu, Üniversiteye bağlı Tıp Fakülteleri(TF) bağlamında irdelemek istiyorum.
Devam edecek…