Kendisini, “Muhafazakar Demokrat” olarak tanımlamaya ve kabul ettirmeye özen gösteren AKP, 2002 Kasım Seçimleri öncesi yayımladığı Seçim Beyannamesi’nde bunu şu biçimde dile getirmektedir:
“Süreklilik içinde değişimi arayan, birliktelik içinde farklılıkları koruyan, toplum dinamizmine güvenen, Dünyadaki gelişmelere ve yeniliklere açık bir siyaset anlayışını hakim kılmayı amaçlayan…demokrat, muhafazakar, yenilikçi ve çağdaş bir partidir”.
AKP, Kasım 2002 Genel Seçimlerinden sonra, genel başkanı Erdoğan’ın siyasal kısıtlı olması ve bu kısıtlılığın kalkmasının belirli bir süreye gereksinim göstermesi nedeni ile, Gül Hükümeti ve Erdoğan Hükümeti olarak 58 ve 59. Hükümetler olarak hizmet vermiştir.
AKP Tüzüğü, Kalkınma ve Demokratikleşme Programı, Seçim Beyannamesi, 58 ve 50. Hükümet Programına baktığımızda, AKP Politikasının ekonomi politikasının temelinde, piyasa ekonomisinin tüm kurum ve kuralları ile oluşumunun amaçlandığını; devletin, ilke olarak, her türlü ekonomik uğraşın dışında tutularak, ekonomi içindeki rolünün, düzenleyici ve gözetici olduğunu; devletin temel işlevlerinin, iç ve dış güvenliği, adaleti, temel eğitimi, sağlık ve altyapı hizmetlerini sağlamak olduğunu, bunlar dışında kalan, tüm hizmet üretimi alanlarından çekinilmesi gerektiğini, yalnızca kamu ekonomik kuruluşlarının özelleştirilmesi ile yetinilmeyip, etkin bir özel girişimciliğin, yerlisine yabancısına bakılmaksızın desteklenmesinin bulunduğunu görmekteyiz.
Bunun eğitimin her alanında özel girişimin destekleneceği ve özel sektörün eğitim piyasasındaki payının artırılması olarak yansımaktadır. Özel girişime dolaylı ve doğrudan desteğin yanı sıra, ondan, bu alanda hizmet satın alınması bir yöntem olarak benimsenmiş bulunmaktadır.
Piyasa ekonomisini egemen kılmak ve özel girişimi yerlisini, yabancısını ayırt etmeksizin desteklemek politikasının izlerini, merkezi yönetimin yeniden yapılandırılmasını programında da görmekteyiz. AKP Programına göre, ülkemizde merkezi yönetimin üstlenmiş olduğu birçok hizmet alanı (sağlık, eğitim, kültür, sosyal yardımlaşma, turizm, çevre, köy işleri,tarım,hayvancılık, bayındırlık ve ulaşım hizmetleri vb.leri) yöresindeki kamu kurum ve kuruluşları ile yerel yönetimlere ve mümkün olanlar da özel sektöre aktarılacaktır.
Bunlar tümü ile zaman içinde uygulandı. Yanısıra AKP, devlet içinde denetim ve yönetim gücünü artırdıkça davaları olan laik Cumhuriyeti çökertmek ve yıkmak programını uygulamaya sokmuştur. Bu nedenle hakkında Cumhuriyet
Yargıtay Başsavcılığı’nın kapatılma istemi ile Anayasa Mahkemesinde açılan davada, mahkum olmuş ve devlet yardımının 2/3’nü geri ödemeye Temmuz 2008’da mahkum olmuştur.
Ve sosyal hukuk devletinin yerine, sadaka devletini, önlerini açtığı ve desteklediği tarikat ve cemaatlere emanet etmiştir.
Bu konuda iktidarında ortadan kaldırma sözünü verdiği yoksulluğu yaygınlaştırmış ve derinleştirmiştir. Giderek yoksulluk çukuruna batan yurttaşların umudu olmak için de, Türk Siyasal Tarihi’nde hiçbir partinin başaramadığı üye sayısını, toplam parti üyelerinin dörtte üçünü, bünyesine katmıştır. Yani, yoksulluk AKP içinde, iktidarda kalmasının güvencesine dönüşmüş, yolsuzluk ise, biatçılığı güçlendirmiş, yasaklar ise, korku üzerine egemenliğini sağlamıştır. Üç “Y” yi kaldırmakla iktidara gelen AKP, buna bir yeni “Y”yi, yalanı eklemiştir.
Yirmi yılın sonunda varılan nokta, ikiye bölünmüş toplumun rakip değil, düşman cepheye ayrılması olmuştur.
AKP, özellikle 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerde, parlamenter çoğunluğunu yitirmesi ve daha düne kadar “ortak menzile(!)” aynı yağmur altına ıslandıkları ortaklarının giriştiği 15 Temmuz 2016’da darbe kalkışması ve tartışmalı 2018 Halkoylaması ile gerçekleştirilen “tek muktedirlik” sonrasında, büyük bir dağınıklık ve savrulma içine düşmüştür.
Bu savrulma, yokuş aşağı freni patlayan bir kamyon gibi, yönünü belirlemede, kiminle kol kola girme konusunda büyük bir belirsizlik içine düşmüş ve hem kadrolarında ve hem de politikalarında kargaşa yaşar olmuştur.
Artan ve bir öncekini yadsıyan politika paketleri ve kadro değişimleri, toplumsal ve siyasal gücünü yitirir kılmıştır. Çözümün, hem ülke ve hem de AKP yararına, adil, yasalara uygun ve tartışılmaz bir seçimde olduğunu düşünmekteyim.