Türkiye’yi azgelişmiş, kalkınmakta olan, mazlum uluslar sınıflaması içine sokmağa yüreğim ve 1919’dan bu yana akıl ve alın terlerini akıtmış olanlara saygım elvermiyor.
Bununla birlikte özellikle yirmibirinci yüzyıldaki ülkeyi ve kurumlarını yönetenlere ve bu kadroların varlık bulmasına destek veren seçmenlere baktıkça, “güzel ve zavallı ülkem” diyesim geliyor. Ekonomik olarak ülkeler arasında bir sıralama vardır. Bunlar G-7’ler, G-8’ler, G-12’ler, G-20’ler diye kümeleştirilirler.
Türkiye, G-20’lerden, G-10’lar arasına girmeyi erekleyen bir ülke. Ancak, bırakın ekonomik büyüklük açısından onlar arasına girmeyi, G-20’ler içindeki konumunu bile koruyamaz oldu. Birey başına gelir sıralamasında ise, “orta gelir tuzağına” düştükten beri, bir sonraki yıl, bir önceki yılı aratır olmakta.
Bunun başta gelen nedeni ve sonucu, siyasal partilerin, iktidarı ve muhalefeti ile, Türkiye’nin kuruluş ayarları ile oynamayı, toplumun gönenç ve erincini yükseltmenin önüne geçirmiş olmalarıdır. Halk dalkavukluğunda, popülizmde sınır tanımazlık, ülkeyi durmaksızın patinaj yaptırır duruma düşürmektedir.
Rejim üzerinde tepişmeyi konu etmeyeceğim. Halk dalkavukluğa iki örnek vereceğim ve iktidarı ile muhalefetin bu alanda nasıl bir bilisizlik içinde olduklarını önünüze sereceğim.
İlk başlatan Saray oldu.
Çeşitli gruplarla Sarayda yinelemeli toplantılar yaptı. Bunlardan öne çıkan mahalle ve köy muhtarları oldu. Parti örgütleri tarafından belirlenen, soru sormayıp, alkışlama yarışında öne çıkanlar arasından seçilenler, Ankara’ya taşınır oldular. Nutukları dinlediler.
Fotograflar çekildi. Armağanlar koltuklarına sıkıştırıldı. Gönderildiler. Beklenen, geri mahalle ve köylerine döndüklerinde, Saray sahibinin gönüllü propagandasını halka ulaştırmaktı.
Ana muhalefet geri mi kalır? Ancak, onların Sarayı yok. Yaptıkları il ve bölge gezilerinde, muhtarlarla salon toplantısı yapar oldular. Muhtarlıkları göklere çıkarır, ödenek ve olanaklarını artırma, yardımcı bir eleman istihdam eder konuma yükseltme vaadinin bini bir para olarak saçılmaya başlandı.
Muhalefet, muhtarlara ek olarak, “apartman görevlileri”nin de koşullarının iyileştirileceği vaadini, önünü arkasını düşünmeksizin serpmeye başladı. Bu yarış, siyasal kadroların ne denli toplumdan ve gelişmelerden habersiz olduklarının bir başka kanıtını oluşturdu.
Ve saray parlamentoya gönderdiği yasa önerisi ile, muhtarlık ödeneğini, en düşük ücrete yükseltti. Muhalefet ise, bundaki başarısı ile şişindi!
Oysa, gerek muhtarlık ve gerekse apartman görevliliği, işlevini yitirmiş, çağını bitirmiş, geçmişte kalmış kurumlara dönüşmüştür.
Muhtarlık, bilişim devriminin ürünü olan e-devlet ile, işlevsiz, toplumsal asalak bir kurum konumuna düşmüştür.
Bu yasa önerisine oy verenlere, “en son muhtarlığa ne zaman başvurdunuz?” bir soru yöneltilse, anımsamak için durup düşünecektir.
Başvursanız da, çoğunun köyde oturmadığını, hatta kimi muhtarların yurtdışında yaşadıklarını, mahalle muhtarlıklarının da açık olmayıp, erişim için telefon numarasının bırakıldığını göreceklerdir. CHP, vaade sınır yok dercesine, bir de muhtarlara sekreter görevlendirme çılgınlığını sergilemektedir!
Apartman görevliliği de, hizmet alımı ile yer değiştirmiştir. Güvenlik hizmetleri, temizlik hizmetleri, artık, insan gücü pazarlayan şirketlerinden karşılanır olmuştur. İzlediğim kadarı ile Saray, bu konuda yarışçılığa soyunmadı. Yarış tırmansa idi, belki de, apartman görevlisine, apartmandan bir daire tapusu, hatta bir de yardımcı vaad edilebilinirdi..!
Olan ise topluma olmakta, toplum asr-ı saadette(!) kalmış kurumların asalaklarına katlanmak duruma düşürülmektedir.
“Biraz Akıl ve Bilgi!” diyesim geliyor…