T.C. Devleti üç ant’a dayanmaktadır. Bunları; “Ulusal Ant”, “Ekonomik Ant” ve “Kültürel Ant(Misak-ı Maarif)” olarak sıralayabiliriz. Bu başarımlardan ilki olan Ulusal Ant, 19 Mayıs 1919’da “Kurtuluş ve Bağımsızlık Yürüyüşü” ile başlamış ve 24 Temmuz 1923’de Lozan Barış Antlaşması ile sonlanmıştır. Ekonomik Ant, 17 Şubat – 4 Mart 1923’de İzmir’de gerçekleştirilen “Türkiye İktisat Kongresi”nde belirlenmiştir. Kültürel Ant ise,98 yıl önce,3 Mart 1924’de “430 Sayılı Öğretim Birliği Yasası” ile gerçekleştirilmiştir.
Atatürk’ün amacı, yurdun işgalden arındırılmasının ötesinde,tam bağımsızlığın kazanılması ve çağdaş uygarlık düzeyine erişmedir.Bu amaca erişmek için,gereksinilenin askeri güç kadar,düşünsel güce gerek gösterdiği ve her iki gücün ise,eğitim-öğretimle doğrudan bağlantılı olduğu gerçeği doğrultusunda gerekler,savaş ortamında uygulanır olmuştur.Eğitim-öğretim seferberliğinin ilk sıradaki ereği,okuma-yazma oranının artırılması ve kız-erkek ayırmadan genç kuşakların ulusal bilinçle,yurt sevgisi ile donanmış ülkülü,ilkeli ve bilgili gençler olarak yetişmelerinin sağlanması olmuştur.Bunun için tüm eğitim-öğretim kurumlarının bilimsel,laik,ulusal sistemde birleştirilmesi ve yapılan köklü değişikliğin toplumsal kabul görmesi için de,topluma dönük yoğun bir çaba içine girilmiştir.
430 Sayılı Yasa, öteki yedi yasa ile birlikte, 1961 ve 1982 Anayasalarında “Devrim Yasaları” olarak adlandırılmakta ve amacı da;“Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma” olarak tanımlanmaktadır.
430 Sayılı Yasanın dayanağı olan temel düşünce,onca canla ve kanla kurtarılan ve bağımsız kılınan yurdu yükseltmek ve dünyanın cennetine dönüştürmektir.Bu yasa ile varılmak istenen ise, ulusu geleceğe bakar kılarak, yüreklerin en karanlık noktalarında derin devrimler gerçekleştirerek,dogma ve yobazlığa, ulusumuzu geriye dönmeye yöneltecek alan bırakmamak olarak açıklanabilir.
Öğretim Birliği Yasası,”Kültürel Devrimimizin” özünü ve dayanağını oluşturmaktadır. Ancak 430 Sayılı bu yasa, 1961 ve 1982 Anayasalarında “dokunulmazlık” kazandırılmış olmasına karşın, aradan geçen 98 yıl içinde çok yaralar almış ve örselenmiş, adeta “sümen altı” edilmiştir.Çok Partili siyasal sisteme geçiş sürecinde ve sonrasında siyasal partilerimiz,binmeleri gereken dalı kesercesine,”fikri,vicdanı,irfanı hür kuşaklar”olarak düşünen,üreten insan değil,“inanan ve sadaka ekonomisi içinde tüketen insan” yaratmaya yönelmişlerdir.Aydınlarımız ise, kendi varlıklarının dayanağı olan Cumhuriyetin geleceğinin güvencesi olan laik, bilimsel,eşitlikçi,parasız ulusal eğitim ve öğretimin daha çok yaralanmasına, yozlaşmasına, yobazlaşmasına, özgürlük(!), demokrasi(!) savsatası ile seyirci kalmayı yeğlemiş ve bunu sürdürmektedirler.Günümüzde Cumhuriyetin demokratik,laik ve sosyal hukuk devleti olma ve çağdaş uygarlık düzeyine erişme ereğinden sapma göstermesi, ulusal ant ve ekonomik antı anımsamaz olmamızın nedenlerini burada aramamızı gerektirmektedir.
Son yirmi yıla baktığımızda ise,siyasal partilerimizin tümünün, aynı kulvarda yarışır olduklarını, ulusal,ekonomik ve kültürel antlarımızın ayırdında olmadıklarının sonuçlarını yaşamaktayız.İktidar Partisi, AYM tarafından “laiklik karşıtı eylem ve söylemlerin odağı” olmaktan mahkum edilmiştir.Bununla birlikte T.C.;“Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;…Fikir,inanç ve kararıyla anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere.Türk Milleti tarafından, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olun(muş) olduğu yazılan Anayasası ortada iken, laik Cumhuriyetten, İslami Cumhuriyete pupa yelken yönlendirilmektedir.Bu amaca erişme yolunda laik ve bilimsel,eşitlikçi.parasız eğitimden kopartılan ve sosyal devlet yıkıntısı altında kalan geniş yığınlar, devlet eliyle oluşturulmuş “tarikat,cemaat çadırlarının” altına girmekten başka yol bulamamaktadırlar. Herkese iş ve aş ile,insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlamakla ödevli olan sosyal devletin çökertilmesinden sonra, yoksullaşma derecesi artan kesimler için tek çözüm,sadaka dağıtım kuyruklarına teslim olmak ve “tarikat,cemaat barınaklarına“sığınmak olmaktadır. Sığınmacı ve tutsaklar ise,onurları ile birlikte,özgürlüklerini yitirerek,tarikat ve cemaatleri besleyen,güdüleyen siyasal iktidarın kullarına dönüşmektedir.Kulların oluşturacağı siyasal rejim ise,özgür insanlara özgü Laik Cumhuriyet olmayıp,İslami Cumhuriyet olacaktır.İktidar Partisi, sosyal devleti çökertmesinin gerekçesini 2002 Seçim Bildirgesinde çok net olarak ortaya koymaktadır: “Toplumun uzun geçmişinde ürettiği sivil kültür ve kurumlar(tarikat ve cemaatler olarak okunabilir),devletin müdahale alanı dışında kalmalıdır.Çağdaş gelişmelerin de gereği olarak(küreselleşme olarak okunmalıdır) devlet ekonomiden çekildikçe,toplumun ürettiği sivil kültür üzerindeki denetim de,zorunlu olarak azalacaktır”demekte ve hem de bunu, cehaleti de köpürterek uygulamaktadır.
Sonuç olarak, 430 Sayılı Devrim Yasası’nın, laik T.C.nin candamarı olduğunun ayırdına vavarak,ulusal ve ekonomik ant’ın da dayanağını oluşturan ve çağdaş uygarlığın onurlu üyesi kılacak yasanın özü ve sözü ile uygulama bulmasını sağlamalıyız.İkinci olarak da, laik Cumhuriyete karşıt konum kazanan DİB, kuruluş ayarlarına itelenmelidir.Bu görev,insan ve yurtsever olarak hepimizin ulusal görevidir.