AB’nin “Yüz Karası”ndan “Model Ülke”ye?
2019’da kabul edilen “paradigma değişimi” yasası ile Danimarka, mültecilere verilen korumanın geçici olmasını esas hale getirdi. Bu politika, sığınmacıların iş gücü piyasasına entegrasyonunu ve sosyal yardımlara bağımlılığın azaltılmasını hedefliyordu. Kalıcı oturum hakkı ise ancak uzun süreli ve tam zamanlı istihdam gibi oldukça sıkı koşullarla mümkün hale geldi. Yetkililer, koruma süresinin sınırlı tutulmasının, gerekçelerin geçerliliğini düzenli olarak değerlendirmeyi ve gerekirse sınır dışı işlemlerini kolaylaştırmayı amaçladığını belirtti. Benim yorumum, bu yaklaşımın insan hakları gruplarından büyük eleştiriler alsa da, Danimarka’nın kendi içindeki toplumsal kabul ve entegrasyon kaygılarına bir yanıt arayışı olduğu yönünde.
Suriye ve Ruanda Hamleleri:
Danimarka’nın attığı tartışmalı adımlardan biri, Avrupa’da Suriye’nin bazı bölgelerini “güvenli” ilan eden ilk ülke olmasıydı. Bu kararla yüzlerce Suriyelinin oturum izni iptal edildi ve uygulama uluslararası alanda geniş yankı uyandırdı. Bu adım, sığınmacıların geri gönderilmesi konusunda ne kadar kararlı olduklarını gösteriyordu.
Bir diğer tartışma yaratan adım ise 2021’de geldi. Danimarka, Ruanda ile bir mutabakat zaptı imzalayarak sığınmacıların başvurularının sonuçlanmasını bu Afrika ülkesinde beklemesini öngören bir model geliştirdi. Bu, bir AB üyesinin iltica başvurularını ülke dışına taşıma stratejisini açıkça benimsemesi açısından bir ilkti. Avrupa Komisyonu, İngiltere ile Ruanda arasındaki benzer uygulamayı daha önce sert biçimde eleştirmişti. 2022’de bir Komisyon sözcüsü, “İltica başvurularının ülke dışında değerlendirilmesi, iltica prosedürlerine erişim ve uluslararası hukukla uyumlu koruma hakkı açısından ciddi sorular doğurur,” açıklamasını yapmıştı.
Danimarka, bir yıl sonra bu planı iptal etse de, “dış işlem” ilkesinden vazgeçmedi. Aksine, ulusal düzeyde değil, Avrupa genelinde uygulanabilecek bir sistem arayışına yöneldi. Bu, Danimarka’nın kendi politikalarını AB geneline yayma niyetinde olduğunu gösteriyor.
Danimarka’nın bu “ilerici” olarak adlandırdığı ancak bir o kadar da “kısıtlayıcı” olan göç politikaları, Avrupa’da bir dönüşümün habercisi olabilir mi? Başbakan Frederiksen ve Bakan Dybvad’ın “nihayet” ve “çok daha fazla ülke aynı düşüncede” ifadeleri, Batı Avrupa ülkelerinin göç konusundaki geleneksel liberal yaklaşımlarından uzaklaştığının bir göstergesi.
İnsaniyet ve uluslararası hukuk açısından tartışmalı olsa da, Danimarka’nın bu politikaları, kendi iç siyasetinde önemli bir destek buluyor gibi görünüyor. AB’nin göç konusunda ortak bir zeminde buluşmakta zorlandığı bir dönemde, Danimarka gibi ülkelerin attığı bu radikal adımlar, diğer ülkeler için de birer “model” veya “emsal” teşkil edebilir mi? Bu durum, Avrupa’nın gelecekteki göç politikalarının daha da karmaşıklaşacağının ve sıkılaşacağının bir sinyali olabilir.
Sizce Danimarka’nın bu göç politikaları, gelecekteki AB göç stratejisini nasıl şekillendirecek?

