100. Yıl Sitesi 6 bloktan oluşan kooperatif binası..!
Kerpiç, beton kiralık evlerden kendi evimize, apartmana geçiş..!
Yeni yeni apartman modasının olduğu bir dönem…
Biz çocuklarda tatlı bir telaş..!
Akranlarımıza böbürlenmeler…
Biliyor musun bizim ev 4. katta..!
Balkonu da var..!
Bizimkiler inşaatı yeni bitmiş evimizin temizliğini yapmak için gittikleri zaman beni de götürüyorlardı…
Kızların en küçüğü olarak..!
Mozaik beton zemin üzerine damlamış duvar boyaları tel fırçalarla çıkarılmaya çalışılırdı…
Babam, pencere ve kapı ahşaplarını güzel olsun diye bir kez daha boyardı…
İlk apartman dairemiz…
Yağlı boya kokuları ile birlikte getirdikleri piknik tüpte yapılan cızbız kıymanın kokusu, boş odalara dolardı…
Yanına demlenen çayla birlikte afiyetle yerdik..
Bazı zamanlar ise pratik olmak için yanlarına aldıkları pide ve iki kilo üzüm, öğlen yemeğimiz olurdu.
Yeni badanası, boyası yapılmış bir binaya girdiğimde almış olduğum boya kokusu, beni çocukluk hatıralarıma astral bir seyahat etmemi sağlar…
Ve sonsuza kadar o karede olmak isterdim…
…
Temizlik yapılırken, boş odadan öbürüne koşuşturmalarım…
Arka balkondan ön balkona çıkıp kuşbakışı bakmalarım…
Arada bir annemin uyarı sesi…
“Kızım dikkat et, sarkma balkondan..!”
İşler bitince balkonda oturup üzüm ekmek yemelerimiz…
Elimdeki biten üzümün sapını, hooop balkondan atışım ve balkonlu evin ilk kuralı…
Sokakların kirletilemeyeceği ve geçen kişilerin başına düşme ihtimali ikazı…
Evimiz 4. kat olmasına rağmen belki on kez inip çıkıyorduk merdivenlerden, hiç etkilenmeden…
Herkesin evine taşındığı, çocukların çoktan kaynaştığı bir siteydi…
Bizim sitenin arka bahçesi A bloka göre çok daha büyüktü.
Bu da bizler için büyük avantajdı…
Sabahtan akşama kadar vaktimiz o bahçede oynamakla geçerdi…
Annelerimiz de kaynaşmış, altlarına aldıkları minder ve de alçak taburelerle sohbet kümelerini oluşturmuşlardı…
Akşama kadar annelerin, çocukların dışarıda vakit geçirdiği bir dönem…
Bilgisayarların, cep telefonların olmadığı veya henüz halka kadar inmediği veya mobil olmadığı bir dönem.
Hatta yaz aylarında akşam yemekleri yendikten sonra da dışarıya çıkılır, çocuklar ve kadınlar gruplarını oluştururlardı…
Oyunlara doymadığımız çok güzel anılarımızdı…
Özellikle biz çocukların…
Bazen acıktığımızda dahi evimize gitmeyip, aşağıdan zile basarak ekmek ve su sarkıtmalarının tadını tarif edemem…
Kirli ellerimizle pide ekmeğini yememiz üstüne de suyumuzu içip, terli, al yanaklı bir vaziyette arkadaşlarımızın yanına koşmalarımız…
Uzun yıllar sitemizde yaşamaya devam ettik…
Büyüyüp liseli veya üniversiteli gençler olduğumuzda da toplanmalarımız, sohbetlerimiz, voleybol oynamalarımız devam etti…
Anne ve babamız, dedemizin yanına köyümüze gittiklerinde, iki üç ev hemen birleşir, kızlar olarak yemek ve kurabiye yapardık…
Gençler olarak birbirimizin evinde toplaşırdık…
Yine toplandığımız bir gün, televizyondaki müzik sesinin yüksek olması nedeniyle annemin uyanıp bize , “Ne anam ne, burası kazino mu..(?)” demesi.:)
Taa ki evlenip tek tek göçmen kuşlar gibi uçuncaya kadar…
Ne zaman ki evlenip çoluk çocuğa karıştık sitemiz kargaların, yalnız bırakılmış büyüklerimizin yuvası oldu…
Bahçeden balkonumuza kadar çıkan akasya ağacı ve de üzerindeki o, domur domur salkım beyaz çiçekleri…
Hâlâ kokusu burnumun direğindedir…
Kargaların her bir dalına dizilişi ve de koro halindeki gaklamaları…
Bir şeyler anlatır gibi…
Hüzünlü şeyler…
Zamanın akıp geçtiğini, çocukluk ve de gençlik döneminin yetişkinlik dönemine bıraktığı…
Başıboş, yarı aç yarı tok, eğlenceli dönemlerin yerini temkinli, sorumluluk sahibi, düşünceli dönemlerin aldığı…

