Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

PENCEREMDEN: 21. YY’DE EMPERYAL GÖÇ MÜHENDİSLİĞİ VE TÜRKİYE…-2

Yazımızın ilk bölümünde, 1990’larda
Yazımızın ilk bölümünde, 1990’larda Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla zaferini ilan eden  kapitalizmin, 1984 de Vaşington sözleşmesi sonrası,  ‘küreselleşme’  (globalizm) efsanesi ile, ülkeleri Dünya Finans Kapital Sistemine (FKS) eklemleyip, milli varlıklarını özelleştirmeler yolu ile nasıl talan ettiklerini anlatmıştık.
Buna göre, ‘küresel sermaye’ hareketleri Dünya’daki tüm ülkelere giriş ve çıkışta -tamamen serbest- olmalıydı.
Her ülkeye girip kârını artırmalı, istediği anda çıkabilmeliydi.
Ancak,  o ülkelerin insanlarının ülkelerinden  seyahat özgürlükleri ise kısıtlı olmalıydı.
Türkiye Cumhuriyeti,  90’ların sonunda  düşürüldüğü mali krizde, IMF’nin ekonominin başına getirilmesini şart koştuğu Kemal Derviş’in -15 günde 15 yasa- sloganıyla Dünya FKS’ye  eklemlendi.
Böylelikle ABD veya AB merkez bankalarının  faiz ayarlamalarıyla, Türkiye’yi ve sistemdeki ülkelerin ekonomisini ve mali politikalarını  ABD Doları’na (USD) döviz kuru değeri üzerinden yönlendirebilecekti. Böylelikle, mali politika sistemleri dış kararlara bağımlı hale gelecekti.
Bu faiz sistemine girmekte direnen, Cezayir, Libya, Mısır gibi bazı Kuzey Afrika ülkeleri ile Ortadoğu  ve eski Doğu Bloku ülkeleri, Arap Baharı Süslü sözleri  ile çıkarılan iç karışıklıklarla bu sisteme eklemlenmeye zorlandılar.
Bugün Türkiye gibi küreselleşmeye eklemlenerek, ekonomisi dışa bağımlı hale  gelen tüm ülkelerde, özelleştirmelerle
talan edilen kamusal üretim kurumları, doğal zenginlikleri( başta madenleri, doğalgaz ve petrolleri) nedeniyle gelir dağılımları bozulmuş durumdadır.
Bu nedenle, artan iç memnuniyetsizlik, iç çatışma, sağlık ve güvenlik ortamının bozulması nedeniyle, insanlar ve özellikle gençler ve aileler, denizden, karadan, kendilerini AB ülkelerine ve ABD, Kanada’ya göç etmek zorunda hissetmektedirler. Ancak bu göçler denizde ve karada büyük trajedilere neden olmaktadır.
Ege’de ve Akdeniz’de ittirilen ve batırılan teknelerde yüzlerce çoluk çocuk ile genç ve yaşlı boğularak öldüler.
Bu durum aslında önceden ön görülmüştü.
Hatırlanırsa, Suriye sınırımızda geçmiş yıllarda mayınların temizlenerek ve tarıma açılması ve İsrailli bir firmanın bu işi üstleneceği gündeme gelmişti..!
O zamanlar,  ben dahil bir çok kişi bu olayı olumlu değerlendirilmiştik.
Bugün ise, bunun ülkemize güneyden kitleler halinde Türkiye’ye milyonlarca Suriyelinin göçünün planlanmış emperyal bir projenin parçası olduğunu düşünüyorum.
Bugün Kilis’te ve Hatay’da Suriyeli nüfusun sayısı resmi Türk vatandaşlarından fazladır. Bu gelişmeler ve Suriyelilerin geri dönüşü,  ülkemiz siyasetinin ve halkımızın bir numaralı tartışma ve gündem konusudur.

DÜZENLİ GÖÇ POLİTİKALARI DİNAMİZM, DÜZENSİZ OLANLAR KAOS VE YIKIM GETİRİR..!

Osmanlı’nın gelişme ve Erken Cumhuriyet Döneminde izlenen iç ve dış göç politikalarında (mübadele) genelde Anadolu’ya göçün iskan kanunları ile düzenlendiğini görüyoruz.

Bu göçlerin bu topraklara dinamizm ve zenginlik getirdiğini söyleyebiliriz. Ancak Balkan ve 1. Dünya Savaşı sonrası çöken imparatorlukta yaşanan Anadolu’ya doğru dış göçler ile 90’larda yaşanan PKK terörü nedeniyle 90’lardaki iç göçler tam bir trajedidir..!
Türkülere ve ağıtlara konu olmuştur.
Öyle ki 90’lı yıllarda terör nedeniyle Mersin’e kamyonlarla günde en az 30 ailenin göçle geldiği hatırımda kalmıştır.

SONUÇ OLARAK

14 Eylül 2024 tarihinde Mersin’de İstişare Kulübünün toplantısına dönecek olursak;

değerli konuşmacılar; Prof. Dr. Nejat Erdem, Prof. Dr. Erkan Aktaş ve Sosyolog Yusuf Yazgı çok değerli bilgiler verdiler.
Toplantıdan aldığım önemli notları başlıklar halinde özetle sizlerle paylaşıyorum.
-Ülkemizde iç göçler 1950’den sonra başlamış, özellikle 1970’lerde çok artmıştır.
-2007-2008’de iç göçler yavaşlamış, 2010’dan sonra da Arap Baharı ile dış göçler başlamıştır.
-Göç yönetimi ve göçmenlerin entegrasyonu önemlidir. Aksi halde göçler orta ve uzun dönemde büyük sorunlar yaratabilir.
-AB ülkeleri, örneğin Almanya göçmen alırken eğitimli göçmenleri seçerek alıyordu.
-Türkiye’de  resmi olarak 238 bin 738 Suriyeli vatandaşlık aldı.
-Türkiye’de göç üzerine fonlar var. Araştırmalar yapılıyor, fonlar hazırlanıyor sonuç alınamıyor!
Mersin de bu fonlardan yeterince yararlanamıyor..!
-Göçün Makro ve Mikro boyutları var, mikro boyutlarında göçmenlerin ve çocuklarının eğitimi mutlaka dikkate alınmalıdır.
-Dünya’da iç göç dinamiği, iktidarların  tercih ve politikalarına bağlıdır.
Ancak, dış göç dinamiği, küreselleşme, iklim krizi ve Arap Baharı gibi
emperyal BOP projeleri nedeniyle yaşanmaktadır.
-Türkiye’de, Şubat 2022 depremi gibi Doğal Afetler de diğer bir iç ve dış göç nedenidir.
-Türkiye’de son 20 yılda  tarımın çökmesiyle, kırdan-kente iç göç hızlanmıştır.
-Mersin -net göç- veren bir kent haline gelmiştir. Yani kalifiye ve üst gelir grubu Mersin’den batıya göçmektedir.
-1924 yılında ilk il yapılan Mersin’in tarihi göçler tarihidir.
Mersin son 20 yılda, Suriyeli (~650 bin kişi); Rusyalı(~bin 800 kişi); Ukraynalı(~2 bin kişi) ve deprem illerinden gelenlerle bir iç göç dalgası yaşamıştır.
-Mersin’deki Suriyeliler girişimcidir.
-Mut hiç göç vermeyen ender ilçedir.
-Mersin’de Göç İdaresi Merkezi var, ancak çalışması ve politikaları açık değil, bu toplantıya katılım davetine  yanıt bile vermediler..!
-Ülkemizde ve Mersin’de düzensiz Suriyeli göçleri nedeniyle, çözüm için Demokratik Kitle Örgütleri(STK) ve Yerel Yönetimler ile üniversitelerin birlikte çalışması gerekmektedir.

2022 yılı sonlarında İtalya’nın kuzey kentlerinin birinde seyahatte iken bir belediye başkan yardımcısı ile -Suriyelilerin dış göçünü nasıl yönettiklerini- görüşmek  için bir randevu almıştım. Yarım saat süren görüşmemiz sırasında, Suriyelilerin ani göçünün ülkemizde de büyük bir sorun olduğunu  söyleyerek kendilerinin bu göçü nasıl yönettiklerini sorduğumda;

-Ülkemize gelen Suriyelilerin, Müslüman olduğunu ima ederek, kültürel olarak Türkiye’ye daha kolay entegre olabileceğini- hemen cevaben söyledi.

Bu hazır cevaptan,  bu konunun AB ülkelerinin bürokrasi kademelerinde çok konuşulduğunu ve Türkiye’ye bakış açılarını yansımasını göstermesi açısından bana çok ilginç gelmişti.

Bu satırların yazıldığı saatlerde, bombalanan Lübnan ve Beyrut’tan kaçan binlerce kişinin İstanbul Hava Limanına giriş yaptığını gördük.

Yunanistan ile Türkiye’nin yeni bir göç dalgası üzerinde müzakere ettikleri ve Almanya’nın ikamet izni olmayan yabancıları ülkeden çıkaracağı ve de başta  Şengen vizesi olmak üzere tüm AB ülkelerinde vizelerin sıkılaştırılacağına dair haberler de TV bültenlerinde yer almaktaydı.

Bu durum  emperyal sistemin göç mühendisliği  uygulamalarında izlediği politikanın, ‘Taşları bağlayıp köpeklerin salınması’ ata sözümüzü bana hatırlattı..!