Bilim insanlarının geçen yüzyıldan beri dikkat çektikleri, küresel ısınma ile birlikte, yaşadığımız İKLİM KRİZİ’nin can yakıcı sonuçlarını 2024 de de yaşıyoruz.
Çıkan yangınlar, seller, hortumlar, heyelanlar vb. doğa olayları ile artık doğadaki tüm canlılar etkileniyor.
İklim krizinin ve COVİD-19 virüsünün ortaya çıkmasının, temelinde kapitalizmin, tüketim çılgınlığını başlatan, KÜRESELLEŞME’nin olduğunda tüm bilim insanları artık hemfikirdir.
KÜRESEL REKABET VE BİYOPOLİTİK
2019 sonlarında Çin’in Wuhan kentinde başlayan COVİD-19 salgını ile tüm Dünya devlet ve halkları beklemedikleri yaşamsal sonuçlarla karşılaşmaya başladı.
Bir anda önce Çin sonra, İngiltere, İtalya, ABD, İspanya, Fransa gibi batının refah ülkelerinde alışmadık toplu ölümler, yaşanmaya başlandı.
Daha önce üçüncü Dünya ve yoksul ülkelerinde görmeye ve duymaya alıştığımız toplu ölümler, bir anda gelişmiş toplumlarda da görülmeye başlanınca küresel sorun olarak algılandı.
Türkiye’de her gün 200’ü aşan günlük ölümler yaşandı. 2021’de aşı tekeli, ABD, Almanya, İngiltere, Çin ve Rusya’nın elinde olduğunu gösterdi…
Başta, Afrika olmak üzere bir çok yoksul halklarının aşıya erişim olanakları, BM ve Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ) yetkililerinin çağrılarına rağmen çok sınırlı oldu. Gelişmiş ülkeler, aşı patentini kaldırmadığı gibi, virüsün laboratuvarda üretildiği kuşkusu ise hala giderilemedi.
Bugünde COVİD-19 virüsünün yeni versiyonları ve protein bazlı aşının yan etkileriyle ölümler azda olsa devam ediyor.
Atatürk’ün talimatıyla 1928 yılında kurulan, Anadolu’da verem, kolera gibi, salgın hastalıkların kökünü kurutan, Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü’nü 2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. Türkiye’de, bir çok ülke, 2020 yılında, aşı üreten ülkelerin biyopolitik kararlarına ve aşılara artık bağımlı.
Sağlık Bakanı, 2020 yılının sonlarında geleceğini duyurmasına rağmen, Çin’den aşı ithalatı, 2021 başlarında ancak çok sınırlı gerçekleşebildi.
Aynı günlerde, TBMM de, Çin’in Uygur Türklerinin politikasına uygun adımlar atılması konusunda baskı yapıldığı gündeme geldi. Türkovac aşısı duyuruldu ise de maalesef COVİD-19 ölümlerinin önüne geçemedi.
KÜRESEL REKABET VE EKOPOLİTİK
5 Haziran 1972 yılında İsveç’in başkenti Stokholm’de yapılan ilk uluslararası çevre toplantısı ile sera gazının yaratacağı küresel iklim değişikliği, ekolojideki tahribat ve Çevre Hareketi Dünya gündemine girdi.
1992 yılında, Brezilya’nın Rio kentinde sivil toplumdaki çevre duyarlılığının yerel yönetimlerde temsil edilmesi yeni bir adım oldu. Almanya ve AB de kurulan, Yeşiller partisi ile çevre hareketi siyasallaştı. Türkiye’nin, son yıllarda Kyoto ve Paris İklim Anlaşmalarını imzalamaması, saygınlığını azaltmakta ve bu alanda uluslararası dayanışmadan dışlanmaktadır.
Türkiye’de verilen on binlerce lisans ve ruhsat ile doğayı tahrip eden, ATOM SANTRALLERİ, TERMİK SANTRALLER ve ÇİMENTO FABRİKALARI, TAŞ OCAKLARI, SİYANÜRLÜ ALTIN MADENLERİNE karşı Türkiye’nin her yerinde kentliler ve köylüler sağlıklı üretim ve yaşam hakkı için mücadele sürecini başlattı. Ancak en son Erzincan’ın İliç maden ocağında yaşanan felaket tüm Türkiye’yi derinden sarstı.
Türkiyenin, ‘Ekopolitik Strateji Planı’nın olmaması nedeniyle 2021 yılından bugüne kadar, Küresel Isınma ve İklim Değişikliği kaynaklı, onlarca yurttaşının öldüğü Akdeniz kuşağında çıkan yangınlar ve Karadeniz’de seller ve heyelanlar artarak devam etmektedir.
KÜRESEL REKABET VE JEOPOLİTİK
Çok kutuplu hale gelen Dünya’da ticari ve askeri jeopolitik rekabet yoğunlaştı, alanları çeşitlendi ve genişledi ve tüm Dünya coğrafyasına ve uzaya yayıldı. Dünyanın ve uzayın her yeri nüfuz ve etki alanına alınmaya çalışıldı. Kutuplar, okyanuslar, denizler ve uzay yeni rekabet alanı oldu.
AB ve Türkiye ile NATO ve Rusya/Çin arasında, kuşakyol ve Karadeniz de jeopolitik rekabet arttı ve 2022 başlarında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı ile askeri boyutta sürüyor.
Sonuç olarak, Dünya’da süper güçlerin alacağı Ekopolitik, Biyopolitik ve Jeopolitik rekabet kararları, tüm insanlığın can ve mal güvenliği ile ve sağlık yaşam koşullarını ve buna bağlı olarak GÖÇ HAREKETLERİ yakından alakalıdır.
Örneğin ABD’nin jeopolitik kararıyla Afganistan’dan çekilmesiyle, 16 Ağustos 2021 günü Kabil Hava Limanı’nda, insanlık adına utanç verici görüntüler yaşandı. Küreselleşme sonucu, Ekolojik doğal yaşamın zarar görmesi, ve doğal dengenin bozulması ve Küresel İklim Kriziyle, 21. yüzyılda tüm insanlığın yaşayacağı, kitlesel sağlık sorunları ile iç ve dış göç hareketleri artıyor.
Türkiye’nin eşsiz coğrafi ve jeopolitik konumuyla ve elindeki Montrö anlaşmasıyla Karadeniz’in ve Dünya barışının kilidini elinde tutmaktadır. Öte yandan giderek artan küresel rekabet sonucu , emperyal devletlerin biyopolitik, ekopolitik ve jeopolitik karar ve uygulamalardan en çok etkilenen ülkelerden biri olmuştur. Güneyimizde kurulan terör devleti ve hareketleri Suriye sınırı tampon bölgede , 2023 sonunda ve 2024 başında kaybettiğimiz şehitlerimiz ve Ukrayna savaşı göstermektedir ki artık çok kutuplu dünyadaki jeopolitik hamleler sertleşmektedir. Bu nedenle Türkiye’de bugünden , komşularıyla ve Mazlum milletlerle Uluslararası dayanışma ile uyumlu, halkçı, kamusal, barışçı ve katılımcı planlama anlayışıyla gereken bu üç politika alanında stratejik planlar ve hazırlıklar yapılmalıdır.