Rivayet o ki, vakti zamanında Müslüman’ın biri, Bursa’nın bugünkü adı Arap Şükrü olan semtinde bir çeşme yaptırır ve üzerine de kitabe yazdırır.
HER KULA HELÂL, MÜŞLÜMAN’A HARAM!
Bursa o zamanlar başkent.
Haliyle Osmanlı karışır, bu nasıl fitnedir diye.
Giderler kadıya şikayete, adam yaka paça yakalanıp huzura getirilir.
-Bu nasıl bir fitnedir, sen kalk, dini İslam ahalisi Müslüman olan koskoca bir Devlette hayrattır, sebildir diye çeşme yaptır, fakat suyunu Müslüman’a yasakla.
-Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin sen (?) diye çıkışırlar adama.
Adam “Müsade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ve delil ister!” dedikçe kadı daha çok kızar.
-Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir (!) der.
Der amma, bir yandan da merak eder.
-Nedir gerekçen (?) diye sorar adama.
O da “Sadece Sultana derim!” deyince, ortalık daha da karışır.
Söz sultana kadar gider ve adam yaka paça yakalanıp saraya götürülür.
Padişah çok sinirlenir amma, tıpkı kadı gibi o da meraklanır.
-De bakalım ne diyeceksen?! Bu nasıl bir iştir ki, hem çeşmeyi yaptırırsın, hem de her kula helal, fakat Müslüman’a haram diye yazdırırsın.
Adam başı önünde başlar anlatmaya.
-Delilim vardır, lakin ispat ister sultanım!
-Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?!
O zaman boynum hükme kıldan incedir sultanım!
-Eeee…!
-Sultanım! Herhangi bir sinagogdan rastgele bir hahamı gerekçesiz yere yaka paça yakalayıp, bir hafta tutun bakalım neler olur?
Dediği yapılır adamın.
Bütün azınlıklar bir olup, başlarında Museviler “Ne oluyor, bu nasıl bir zulümdür böyle? Biz din adamımıza kefiliz. O gayet düzgün biridir ve masumdur, Bir suçu ya da günahı varsa, bize söyleyin, gerekirse kefaletini ödeyelim.”
Öyle ki, çevre ülkelerden bile elçiler gelir, mektup üstüne mektup getirirler.
Bir haftalık süre dolunca, adam “Sultanım! Artık bırakmak zamanıdır” der ve haham serbest bırakılır. Azınlıklar gayet mutlu bir biçimde sultana teşekkür edip hediyeler gönderirler.
Adam bu sefer “Aynı işi herhangi bir kilisenin rastgele bir papazı için yaptırın sultanım!” der.
Aynı şekilde pazar ayinindeki bir papaz yaka paça yakalanıp tutuklanır. Yükselen tepkiler üzerine de bir hafta sonra serbest bırakılır.
Papazın serbest bırakılmasıyla birlikte Gayrı Müslimler’in sevinç gösterileri daha da artar ve birbirlerine daha çok sarılırlar.
Sultan “Bitti mi?” diye sorar adama.
Adam “İzin buyurursanız son bir iş kaldı, sonra hüküm vaktidir” der.
-Söyle, nedir isteğin?
– Sultanım! Payitahtımız olan Bursa’nın en sevilen alimini aldırınız minberden.
Adamın dediğini yaparlar ve Ulu Cami hocasını bir cuma günü hutbenin ortasında yaka paça alıp götürürler.
Bir Allah’ın kulu çıkıp da, ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz, hiç olmazsa hutbe bitene kadar bekleseydiniz gibi tek kelam etmez. Haliyle, hocaya sahip çıkan, arayan soran da olmaz.
Aradan bir hafta geçmesine rağmen, nerede bizim hoca (?) diye arayan soran, gelen giden de olmaz
Halk halinden memnun ve bol bol dedikodu etmektedir.
-Vah vah! Biz onu adam yerine koyup da hoca bellemiştik. Kim bilir ne halt etti de tutukladılar?! Acırım onun arkasında kıldığım namazlara.
Padişah, kadı ve adam, bütün bu olup bitenleri dikkatle izlerken, padişah adama sorar!
Eeee! Ne olacak şimdi?
–Sultanım! Şimdi bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helallik almak lazım hocadan.
“Haklısın!” der padişah ve hocanın serbest bırakılması için emir buyurur.
Adam başı önünde başlar konuşmaya.
-Ey büyük sultanım! İrade buyurunuz lütfen! Böyle Müslümanlar’a su helal edilir mi?
Sultan acı acı tebessüm ettikten sonra şöyle der!
HAVA BİLE HARAM, HAVA BİLE!
(Kıssadan hisse)