Dilimizde yer tutmuş deyişlerimiz vardır. Bunlardan yaygınlık kazananlardan birisi, “Doğru söyleyeni onuncu köye ötelerler”dir.
Fakir Baykurt tarafından yazılan romanlarından birinin adı ‘Onuncu Köy’dü.
Doğru yazanlardan Bekir Coşkun’un sütununun başı ‘Onuncu Köy’dü.
1990’larda ve sonrasında, doğru söyleyenleri/yazanları onuncu köye öteleme yerine, yaşamdan kopartmak yöntemi giderek yaygınlaşır ve kitleselleşir oldu.
1990’ların ilk ayında kurbanlara ADD kurucusu, Türk Hukuk Kurumu Başkanı, Ankara Barosu Önceki Başkanı, 1961 Anayasası’nın Sözcüsü Prof. Dr. Muammer Aksoy ve Türkiye’de Araştırmacı Gazeteciliğin öncüsü Uğur Mumcu oldu.
Otuz yıldır, “Adalet ve Demokrasi Haftası” başlığını taşıyan etkinliler, 24 – 31 Ocak aralığında sürdürülmekte. Hafta, 24 Ocak 1993’de, arabasının düzeneklerine yerleştirilen patlayıcı ile yaşamdan kopartılan Uğur Mumcu ile başlanmakta, 31 Ocak 1990’da evinin girişinde kurşunlanarak öldürülen Prof. Dr. Muammer Aksoy ile sonlanmakta.
Bu bir hafta içinde, yurdumuzun hemen tüm köşelerinde, adalet ve demokrasi arayanlar bir araya gelerek, istemlerini yinelemektedirler.
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Mersin Şubesi de, bu hafta içinde beni, Köy Enstitülerini kapatan, 27 Ocak 1954 günlü, 6234 Sayılı “Köy Enstitüleri ile İlköğretmen Okullarının Birleştirilmesi Hakkında Yasa” üzerine konuşma yapmam için davet etti. 28 Ocak 2023 Cumartesi günü, Dernek Binasında, çoğu Köy Enstitüsü ile geçmişi olanlarla bir araya geldik.
Ülkemiz ve eğitim sistemimiz üzerine birlikte düşündük.
Ankara Barosu Dergisi, Ocak 1994’de, “1. Adalet ve Demokrasi Haftası“ için, “Aksoy – Mumcu Özel Sayısı” yayımlamıştır.
Bu Özel Sayı’ya, Baro Başkanlığı’nın çağrısı üzerine ben de katkıda bulundum. Otuz yıl önce yazdığım ve güncelliğini yitirmediğini düşündüğüm bu yazımı, Aksoy Hocamın ve Dostum Uğur Mumcu’nun şahsında,
“Tüm adalet ve demokrasi arayanlar”la
paylaşmak istiyorum.
“Ocak Ayının
Götürdükleri
Ocak Ayı, 1990’lı yıllarla birlikte ülkemizde yalnız yeni bir seneye umutlu ve iddialı bir başlangıç olma özelliğini yitirdi. Gerçi giderek azgınlaşan ve devlet kurum ve kuruluşlarınca da desteklenen yobazlık ve gericilik, halkımıza bir yılbaşı kutlamasını bile “haram” kılmakta. O’na, bir gececik de olsa dünya insanlığının bir parçası olduğu duyuncunu ve güvenini çok görmekteler. 1994(20.23de) yılbaşı öncesinde bazı medya araçlarındaki başlık ve programlarını anımsarsanız, bu korku salmanın hangi yaygınlığa vardığını daha iyi gözlemleyebilirsiniz.
1990’dan başlayarak Ocak Ayı, yalnızca yeni yıla kucak açmanın, yeni bir başlangıç yapmanın ötesinde, iki değerli araştırıcı, bilim insanı alçakça katledildiği ay olma özelliğini de taşıyor olmaya öldürülmelerinin kendi günleri arasında yer almasından uğradıkları utanç ve üzüntüyü dillendirirdi, gibime geliyor.
Prof. Aksoy’un öldürülmesinin üzerinden dört sene, Mumcu’nun öldürülmesinin üzerinden bir sene geçmiş bulunmakta. Aksoy Hoca’nın al kanlar içinde düştüğü apartman girişi gözlerimin önünde. Mumcu’nun savrulan gövdesinin uzandığı yer belleğimden çıkmıyor. Bu iki yerden, bu iki bilge ve coşkulu, üretken insanın aziz bedenleri kaldırıldığı, ama devletin ve devletlülerin onurları ve namus borçları hala olduğu gibi, aradan 33 ve 30 yıl sonra da, orada duruyor. Aksoy ve Mumcu’nun intikam değil ama, adalet istemleri, gerçek katillerini bilme hakları onlara sağlanmış değil…
…
1
Sevgili Aksoy ile Değerli Dost Mumcu’nun kişilikleri, düşünce namuslulukları, fikri takipteki yılma bilmeyen tutumları ve düşüncelerinden ödün vermezlikleri gibi özelliklerindeki benzerlik, sonlarında da kendisini göstermektedir. Alçakça bir saldırıya uğramaları ve bu saldırıların aynı ayın son yedi günü içine sığması buna anıt olarak gösterilebilir.
Bu iki insan da, Türkiye’de demorasinin, hukuk devletinin, insan haklarının ayakta durabilmesi ve bunun da ötesinde çağdaş içeriye ve eksiksiz uygulamaya kavuşması için çaba göstermişler ve canlarını, sonuçta bu amaç uğrunda vermişlerdir.
Sevgili Aksoy Hocam’ın, Sevgili Emin Çölaşan ile, öldürüldüğü gün yaptığı son söyleşisi, ülkemizde giderek hız kazanan “etnik ve dinsel” yobazlık, bağnazlık ve gericiliğe karşı uyarı amacı taşırken, öldürülmesinden dört ay önce yayımladığı,
“Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı Seçimi: Rejim Bunalımına ve Kötü Sonuçlarına PupaYelkenGidiş(Tekin Yayınevi)” adlı yapıtı, demokratik kurallara ve Anayasa’nın özüne aykırı olarak yapılacak bir Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda kamuoyunu göreve çağırırken, son yazısına kadar toplumu bilgilendirme ve kamuoyunu uyarma konusunda insanüstü çabanın üreticileri olmuşlardır.
…
Çağdaş, uygar hukuk devletinin birincil sorumluluğu, her insanın doğduğu andan başlayarak sahip olduğu insan hakları ve temel özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Bunlara saygı, aşırı güçlü bir devlete karşı temel bir güvencedir. Bunlara uyulması ve eksiksiz işlerlik kazandırılması özgürlük, adalet ve barışın temelini oluşturur. Demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından birisi de, bilindiği gibi, demokratik kitle örgütlerinden olan siyasal partilerdir. Türkiye’de siyasal partilerin kendi bindikleri dalı kesmemeleri, demokrasinin temeli olan, insanın kişiliğine saygı göstermeyen ve hukukun üstünlüğünü gözetmeyen siyasal iktidarın, bir ülkede özgürlüğü, adaleti ve barışı sağlamasının olanağı bulunmamaktadır. Ülkemizde “özgürlüklerin özürlü”, “adaletin na-mevcut” ve “barışın bozulmuşluğunun” nerelerden kaynaklandığını görebilmekteyiz. Devlet organları, uluslar arası/uluslarüstü belgelere geçen sorumluluğunun gereği olan, insan hakları ve temel özgürlükleri koruma ve geliştirme görevini yapmalıdırlar.
Sevgili Aksoy ve Sevgili Mumcu’nun, Mumcular’ın adalet isteğinin yanına, yaşayan insanların hakları ve temel özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi istemini de eklemekte yarar bulunmaktadır.”