Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

    SOHBET KÖŞESİ: DOLU DOLU GEÇEN İLKOKUL YILLARIM

    Yıl 1951…İlkokula başladığım yıl…
    Yıl 1951…İlkokula başladığım yıl… Devir Demokrat Parti devri…1945 ve 1950 yılları arasında 5 yılda 5 ayrı hükümet değiştiren Cumhuriyet Halk Partisi devri kapanmış yerine Demokrat Parti gelmişti…
    Ben 1945 yılında doğduktan sonra ilkokula başlayıncaya kadar Cumhuriyet Halk Partisi hükümetleri ülkeyi yönetmiş…
    Şükrü Saraçoğlu’nun  kurduğu ikinci Saraçoğlu hükümetinden sonra kurulan:
    15’inci Recep Peker hükümeti ben iki yaşıma gelinceye kadar 07.08.1946’dan 10.09.1947’ye kadar devam etmiş…
    16’ncı Hasan Saka hükümeti 10.09.1947’den 10.06.1948’e,ben üç yaşıma gelinceye kadar devam etmiş…
    17’inci yine Hasan Saka hükümeti 10.06.1948’den 16.01.1949’a,dört yaşıma gelinceye kadar devam etmiş…
    18’inci  Şemsettin Günaltay hükümeti 16.01.1949’dan 22.05.1950’ye,ben beş yaşıma gelinceye kadar devam etmiş…
    …Ve 19’uncu Adnan Menderes hükümetiyle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi hükümetleri sona ermiş Demokrat Parti hükümetleri devri başlamıştı.
    İşte ben 6 yaşında iken 1951 yılında Demokrat Partinin iktidara geldiği ve merhum Adnan Menderes’in başbakan olduğu dönemde İlkokula başlamışım.
    Şöyle ki: Yıl 1951…Aylardan Ağustos… Bozyazı’nın en sıcak günleri… Babam Bozyazı kasabasında manifatura dükkânı işletiyor…
    Kasabada bir de İlkokul var… Gürlevik İlkokulu… Bu okulda 4 evladını okutan babamın okula karşı büyük bir sempatisi var… Öğretmenlerle senli-benli… Her gün okulun önünden geçerken öğretmenlerle sohbet ediyor sonra manifatura dükkânına  gidiyor…
    Ben henüz 6 yaşındayım… Babam bazen beni de manifatura dükkânına   götürmekte… Babamla birlikte manifatura dükkânına giderken bir-iki defa okulun bahçesindeki akasya ağaçlarının dibinde dinlenmişliğimiz var…
    Bir katlı taş bina, binanın bahçesi, bizi Ağustos sıcağından koruyan bahçedeki akasya ağaçları beni adeta kendine çekiyordu… Bir defasında babam öğretmenlerle konuşurken sonradan adının Aziz Keskinaslan olduğunu öğrendiğim öğretmen benim meraklı bakışlarımı görünce babama kaç yaşında olduğumu sormuştu…6 yaşında olduğumu öğrenince de o yıl okula kaydolamıyacağımı, okul kayıt yaşının 7 olduğunu söylemişti…
    İlkokula başlamak istiyordum… Hayallerim yıkılmıştı… Dokunsalar ağlayacak haldeydim…
    Benim bu halimi gören Aziz Keskinaslan okullar açıldığı zaman okula gelmemi beni kayıtsız olarak bir yıl okutabileceğini anlatmıştı…
    Benim sevincimi gören babam gerçekten 6 yaşında iken beni Gürlevik İlkokuluna göndermişti… Aradan 1 ay geçti geçmedi, okulda bir telaş, bir telaş ki sormayın…
    Meğer okula İlköğretim müfettişi teftişe gelecekmiş…1-2 gün içinde velilerin de yardımıyla okul temizlenmiş pırıl-pırıl olmuştu…
    …Derken bir sabah vakti okulun bahçe kapısından eli çantalı birileri girmişti… Biz meraklı bakışlarla pencereden gelen kişiyi seyrediyorduk… Öğretmenler koşarak eli çantalı kişiyi karşılamışlardı…
    Giriş zili çaldıktan sonra sınıfımızın öğretmeni Aziz Keskinaslan derse girmişti… Gelenin müfettiş olduğunu, biraz sonra sınıfa gireceğini söylemişti… Sınıfın en küçük öğrencisi bendim… En ön sırada oturuyordum… Ve kayıtsız bir öğrenciydim… Öğretmen beni almış, en arka sıraya oturtmuştu…Müfettiş geldiği zaman hiç ses çıkarmamamı söylemişti…
    Ben korkudan tir-tir titriyordum… Öyle ya… Öğretmen babamın hatırına yaşım dolmadan beni sınıfa almıştı… Derken Müfettiş sınıfa girmişti…
    Aman Allah’ım… Sanki öğretilmiş gibi gele-gele en arka sıraya gelmişti… Büyük öğrenciler arasında ben küçücük kalmıştım… Elimden tutmuş beni tahtaya kadar götürmüştü…
    Öğretmen, diğer öğrenciler ve ben adeta “şoke” olmuştuk… Müfettiş bana “adın ne?” diye sormuştu… Boğazıma adeta bir topak düğümlenmişti… Cevap verememiştim…
    Gayri ihtiyari elime tebeşiri almış ve tahtaya Gazi Mert diye yazmıştım… Adımı yazmayı daha 5 yaşlarında iken öğrenmiştim… Müfettiş “aferin oğlum” demesin mi?
    Bu aferin’den moral bulan öğretmenim Aziz Keskinaslan  “numaran kaç? Öğretmeninin adı ne?”diye sormuştu… Okula kayıtlı olmamama rağmen bana bir sınıf numarası vermişti… Numaramı bildiğimi, öğretmenimin adını da bildiğimi biliyordu…
    Ben de peltek-peltek; “no yüj kırk şekiş..Ajij Keşkinaşlan şenşin…” Deyivermişim… Müfettiş bir bana, bir sınıfa bakmıştı… Başımı şöyle bir okşadı… “En küçüğü böyle olursa…”gibi laflar ederek sınıftan çıkıp gitmişti…
    Sonradan öğrendik ki müfettiş başka hiçbir sınıfa girmeden ve idari teftiş bile yapmadan okuldan ayrılmış ve ben okulu denetimden kurtarmışım…
    Buna mükâfat olarak da 6 yaşındayken ve okulun açılışından 1 ay sonra kaydımı yapmışlar… Bu moralle İlkokul yıllarım çok güzel ve renkli geçmişti… Hem okulda, hem okul dışında…
    Okul bitiminde ailemiz ve komşularımız yazın yaylaya göçerlerdi… Yaylamız yaklaşık 60 km mesafede bulunan  “ çok oluk”  ve “ tersakan” yaylalarıydı…
    Yaylamıza çok oluk denmesinin sebebi yaylanın en yüksek tepesinde bulunan yeraltı sularının önüne yerleştirilen oluk’lardı.10’larca oluk yapılmış ve yaylaya çıkan binlerce büyükbaş ve küçükbaş hayvan bu oluklarda sulanmaktaydı.
    Çokoluk’un 2 – 3 km kuzeyinde bulunan “Tersakan” yine yaylamızın 2’inci parçasıydı. Buraya tersakan denmesinin sebebi ise yörede bulunan tüm kaynak suların güneye akmasına karşı buradan çıkan kaynak suyun kuzeye akmasıydı.
    İlkokul yıllarımı süsleyen güzelliklerden biri işte bu yaylalarımızdı…
    Yaylada beni en çok etkileyen Kızılca köyündeki değirmenimiz olmuştu.
    Eşşe halam bu köyün ağası olan Ali Kiya’ya gelin gitmiş ve babam da o yörelerde tek olan köyün değirmenini satın almıştı.
    Yaşlı bir amca değirmenimizi işletiyordu. Değirmen su değirmeniydi… O sıralarda buralarda elektrik olmadığı için su değirmeni revaçtaytı.
    Babamla, ağabeylerimle veya komşularımızla zaman-zaman yaylamıza yaklaşık 15 km. mesafede olan değirmene un öğütmeye giderdik… Değirmene gitmek için gece yarısı çuvallar atlara, eşeklere yüklenir ve gün doğmadan değirmene varılırdı…
    Değirmencinin kendine göre kuralları vardı… Un sırayla öğütülürdü… Kimse kimsenin sırasını alamazdı… Bazen o kadar çok sıra olurdu ki 3 gün bile sıra beklenirdi… Beklemeyen kişinin hakkı bir sonrasına geçerdi…
    Ben de kendi değirmenimiz olduğu halde sıra beklerken bir gece değirmende yatmıştım. O gece bana çok şey öğretmişti… Suyun kıvrıla-kıvrıla değirmene gelişi… İki büyük yuvarlak taş parçasının buğdayları öğütüşü… Un’ların çuvallara konuşu… İşini bitirip gidenlerin yüzlerindeki mutluluk…
    Aç kalmamak için kadınların undan yufka ekmek yapıp değirmene gelenlere ikram edişi… Katık olarak ekmeğin içine konan çökelek ve soğan karışımı yiyecek ve sabah güneşinin doğuşu…
    Değirmenimizin bulunduğu Kızılca köyü de görmeğe değerdi. Orada herkesin saygı gösterdiği aksakallı amcanın anlattığına göre Kızılca köyü Osmanlılar zamanında çok meşhur bir yerleşim yeriymiş…
    Yazları Kıbrıs adasından ve Antalya’dan gemilerle insanlar buraya yaylaya gelirlermiş… Kızılca köyü Osmanlı arşivlerine de girmiş…
    Başbakanlık arşiv  belgelerinde Kızılca köyü; İçel Sancağı, Anamur kazasına bağlı, yörükan taifesi topluluğunun yaşadığı yer olarak geçer…
    İşte İlkokul yıllarında beni etkileyen en ilginç yerlerden biri bu Kızılca köyü ve Kızılca köyünde bulunan suyla çalışan un değirmenimizdi…
    Hoşça kalınız.