Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Prof. Dr. Mustafa ALTINTAŞ: NEREDE KALMIŞTIK! -1

Mersin Gazetesi ile tanışıklığım
Mersin Gazetesi ile tanışıklığım ve bağlantı kurmam, Gazetemizin köşe yazarlarından ve şimdiler ADD Mersin Şubemizin Başkanı Serdar Erkan aracılığı ile oldu.
O’nun özendirmesi ve Sayın Selahiddin Akkuş’un daveti, benim de, yazı kadrosuna katılmamı sağladı.
Yaklaşık bir aylık İtalya-Milano  konukluğum ve sonrasında yaz aylarının üzerimize yıktığı yorgunluk, Mersin Gazetesi okurları ile buluşmalarımızı hep ertelememe neden oldu. Sayın Akkuş’un, 6 Eylül iletisi, beni bilgisayar başına oturttu. Ve sizlerle, “nerede kalmıştık?” diye seslenmeme neden oldu.
Akademik uğraş alanım, “Genel Ekonomi, Uluslararası Ekonomi, PolitikEkonomik Bölgeselleşme ve Küreselleşme, Küresel Ekonomik Kuruluşlar, Türkiye Ekonomisi vb.” konularını kapsar geniş bir yelpaze oluşturmakta.
Yanısıra, eğitim ve yükseköğretim sorunlarımız ilgi alanlarım. Yani, insana ve topluma dokunan her konuda yazmakta, konuşmakta ve anlatmaya çaba göstermekteyim.
Yazılarıma ara verdiğim andaki yaşadığımız sorunlarımızın, varlıklarını sürdürdükleri, hatta derinlik ve genişlik kazandığına tanıklığımız sürmekte. UlusDevletin, giderek çözüldüğü, toplumumuzun “tasada ve kıvançta birlikteliğinin” giderek ayrıştığını görerek, ürküyoruz. Bu çözülme ve ayrışmanın sorumluluğu sıradan yurttaşa yükleme yanlışına da düşmemek gerekmektedir.
Bu konuda son haftalardan iki örnek vermek isterim.
Bunlardan ilki, ülkemizin işgalinin sonunu getiren ve  T.C.’nin kurulmasına hak kazandıran 30 Ağustos 1922’nin yüzüncü yılında, “Gazi Meclis” olarak tanımlanan TBMM önceki başkanlarından, Kültür Bakanlığı yapmış ve “Kanlı Pazar Olaylarında adı geçen” İsmail Kahraman, 30 Ağustos Utkusu’nu yadsımakta ve hatta “olmamış” varsayabilmektedir.
9 Eylül 1922’de işgalcilerin maşası olan Yunan Güçlerinin denize dökülmesinin yüzüncü yılının ulusal coşku yerine, başta Cumhurbaşkanı’nın katıldığı çatışmaya, Atatürk-Vahdettin saflaşmasına, T.C.-Osmanlı kavgasına neden olabilmektedir.
Oysa ki, Kahraman ve Cumhurbaşkanı’nın göreve başlama yeminlerine göz attığımızda bunun olmaması gerektiğini kavramamız gerekir:
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Milletvekili olarak; “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattanayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Milletvekili and’ı olarak 1924 Anayasası’nda yer alan metin ise: ‘Vatan ve Milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâ kaydü şart hâkimiyetine mugayir bir gaye gütmeyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma namusum üzerine söz veriyorum.”.
29 Ekim 1933’deki Onuncu Yıl Söylevi”nde Atatürk, ulusuna verdiği namus sözünü yerine getirme kıvancını şu biçimde seslendirmektedir: Büyük Türk Milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır…”
Dileğim, ulus ve tarih önünde onur ve namusları üzerine söz verenlerin, aynı kıvanç ve ulusa güvenini verme mutluluğuna erişecek davranışları sergilemeleridir. (Sürecek)