Turan DAL
Mersin’in deprem riski ve kentsel dönüşüm uygulamaları hakkında gazetemize konuşan Mersin Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Erkan Demir, yerel yönetimlere önerilerde bulundu. Demir, Büyükşehir’in olası bir depreme karşılık öncelikli olarak bir ‘Kent Afet Master Planı’nı hazırlamasını, kentsel dönüşüm projeleri için ise altyapı sorunlarına eğilip dokuyu bozmamaya özen göstermesi gerektiğini kaydetti.
-Mersin deprem riski taşıyan bir kent mi?
Demir: Devletin yaptığı resmi çalışmalara göre Türkiye deprem haritaları var. Mersin bu haritalarda 4. Bölge olarak tanımlanıyor. Deprem riski açısından neredeyse risk olmadığını göstermektedir bu. Tabi bu saptamanın bilimsel karşılığını sormadan önce, bu haritaların ne ifade ettiğini sormak lazım. Aslında Türkiye’de kent planlamasında bizlerin altlık olarak tarif ettiği, yani bir kenti, bir yerleşim yerini kurgularken kullandığımız haritalardır. Bu haritalar, risk derecesine göre binaların temel yapılarını, temel derinliklerini, inşaat mühendislerinin istatistik projelerini belirleyen özel ayrıntılar taşır. Bu haritalarla hareket edersek, ‘Mersin’de deprem riski yoktur. Risk olmadığından çok sağlam bir zemin yapısı vardır’ gibi bir algı ile çıkarız yola. Ki, bugüne değin böyle akıp gelmiştir. Karşılaştığımız tabloyu bir ayrıntıyla özetlemek istiyorum. Mesela 1999 depreminin yaşandığı bölge içinde deprem riski taşımadığı kaydedilmiş ve ülkenin neredeyse bir bütün sanayisinin inşa edildiği bir bölge haline getirilmişti… Hatta o bölge için şöyle bir sohbette geçiyor. O bölge ile ilgili mühendislerden görüşler alınıyor. Mühendisler oradan bir fay hattının geçtiğini, o fay hattının deprem üretebileceği, sanayi ve kentleşme için uygun bir alan olmadığı bilgilerini sunuyor. O dönemde ilgili bakan, ‘o zaman fayın yerini değiştirin’ cevabını veriyor. İşte bilime bakış açısı ve Türkiye’de bilimsel verilerin kullanımına bir örnektir bu. Dediklerimiz üzerine, eğer bizler bu haritalardan yola çıkarsak, bilimden uzaklaşırız. Yok bilimsel verilerle hareket edersek, ilkin bölgenin tarihsel verilerine bakmamız gerekmektedir. Geçmiş dönemlerde bir deprem sahası olmuş mudur, olmamış mıdır?
-Peki, Mersin özelinde böyle bir tarihsel deprem araştırması içerisinde bulundunuz mu?
Demir: Biz, Mersin için böyle bir araştırma içerisine girdik ve geçmişte yaptığımız birçok çalışmayla birkaç veriyi birleştirdik. Nedir bu veriler? Tarihsel süreçte yaşanmış depremler. Çünkü aletsel diye tanımladığımız depremler aslında son yüz yıllık bilim ve teknolojinin el verdiği ölçümler. Bunlar dışındaki kayıtlar bizim tarihsel kayıtlarımız. Tarihsel kayıtlardan hareketle Mersin’in deprem riskleri açısından aslında deprem haritasında belirtildiği gibi 4. sırada değil, 1 ve 2. diye tabir edebileceğimiz bir yapıya sahip. Bunun kaynağı da, yaşanan birçok deprem Mersin’in yerle bir olmasına sebep olmuştur. Yanıbaşımızdaki Viranşehir olarak tanımladığımız, 3 kent depremle yerle bir olmuş. Viranşehir adı da aslında ordan gelmektedir. Soli Pompeiopolis Antik Kenti yine. Anamurda yaşamış bir medeniyet var. Bu medeniyette arkeolojik kazılarda deprem izlerini görüyoruz. Tarsus’un hemen 2 metre altında yine bir başka kent mevcut ve orda da yine deprem izlerini çok net bir şekilde görmekteyiz. Bu veriler bizler açısından, bu bölgenin tektonik anlamda nasıl bir potansiyel barındırdığı, geçmişte hangi büyüklükte depremlerin meydana geldiği ve gelecekte olabileceği yorumunu da getiriyor. Bu yorum, bilimsel verilerle derlendiği zaman Mersin için bir 50 yıl süre içerisinde büyük bir deprem bekleniyor.
– Kentin mimari yapısına baktığımızda, olası bir deprem Mersin’den neler götürür?
Demir: Harita üzerinden tabir edecek olursak, fay hatlarımız Mersin ve çevresini çok yıkıcı bir düzeyde etkileyecek güce sahip. Deprem dediğimiz afet, sürekli yaşanan bir olay. Bir kentin yerleşim alanı altyapısı ile tanımlanıyor. Alt yapı eğer sağlam değilse, ki Mersin’in kurulu olduğu bölge alüvyon malzemesinden yapılı ve çok verimli bir tarım arazisi üzerine inşa edilmiş. Bunun dezavantajı şu ki, yer altı seviyesi çok yüksek. Biz, bu sıkıntıların üzerine çok katlı binalar inşa etmişiz. Küçük ölçekli bir deprem bile burada hasarı çok ciddi anlamda yıkım ve can kaybına götürecek bir noktaya taşıyabilir.
-Kentsel dönüşüm konusuna gelirsek Mersin özeline neler söylersiniz?
Demir: Kentsel dönüşüm, gelişmiş ülkelerin mevcut kentlerle ilgili bir planlama sürecidir. Bizde ise bu planlama süreci, maalesef nerdeyse 1990’lar sonrasında hayata geçirilmeye başlandı. Özellikle kentlerin yerlerini seçerken ve yer seçimi yapılırken jeolojik dediğimiz birçok kriteri gözardı ederek, belediye meclisleri kanalıyla yerleşim alanlarını imara açmışız. Tarım arazilerimizi yok etmişiz. Jeolojik kriterler niye önemli derseniz; deprem dediğimiz riskler, kentimizde yaşanan sel riskleri, farklı bölgelerde yaşanan heyelanlar, kaya düşmeleri gibi faktörler yerleşim alanlarının planlanmasında birinci kriterdir. İkinci kriter ise; o bölge ile ilgili önemli alanlar dediğimiz, yapılaşmaya uygun, sanayileşmeye uygun, mezarlık alanları, içme suyu gibi kaynaklarımızın bulunduğu alanların beraberinde, tarım arazileri, ormanlar, meralar, kent dokusunun öne çıktığı kültürel alanların korunması gerekiyor. Bir plan çerçevesinde sınırlamalar yapmak gerekiyor. Bizde bu planlar hazırlanmadan kentler kurgulandığı için rantlara hitap edilecek şekilde kentler imara açılmaktadır. Bir şekilde Mersin gibi bir çarpık kentleşme meydana gelmiştir. Kıyı şeridine baktığımızda neredeyse denizin dibine kadar uzanmış binalar görebilmekteyiz. Halbuki bir kıyı kanunumuz var. En az 100 metrelik mesafe aralığının bu anlamda yapılaşmaya kapatılması gerekmektedir. Bunun bile ihmal edildiği bir kentle karşı karşıyayız.
-Belediyelerin, kentsel dönüşümdeki rolü nedir ya da ne olmalıdır?
Demir: Mersin gibi Büyükşehir’in olduğu belediyelerde Büyükşehir yasasıyla birlikte bir ‘Kent Afet Master Planı’nın hazırlanması yetkisine sahiptirler. Ne yazık ki, Mersin’in halen bir ‘Kent Afet Master Planı’ yok. Bir doğa olayı sonrasında, mesela bir sel sonrasında oturup konuşuyoruz. Nerelerin zarar gördüğü konusunu tartışıyoruz. Zarar gören yerlere baktığımızda yine jeolojik faktörler çıkıyor ortaya. Biz dere yatağını ya yapılaşmaya açmışız. Ya üstünü kapatmışız ya da yol geçirmişiz. Doğal olarak suyun yol bulması gerekmektedir. Biz onu kapatınca sele maruz kalıyoruz. Ciddi anlamda hem maddi hem de can kayıpları oluşuyor. Geriye dönüp baktığımızda 2001 yılında yine bir selde can kayıpları ve çok ciddi mal kayıpları yaşandı. Bugüne geldiğimizde geçmişten günümüze bakınca hiçbir şeyin değişmediğini gözlemlemek hiç de zor değil. Aksine biz açıklarımız üzerine bir şeyler daha üretmişiz. Yapılaşmayacak yerleri yeniden yapıya açmışız. Burada önemli rol Büyükşehir Belediyesi’nde. Belediyenin acilen bir ‘Kent Afet Mater Planı’nı hazırlaması gerek. Bunun dışında mevcut bina stoklarına yönelik bir araştırmanın yapılması gerekiyor. Kurguda dönüştürme var ama, rantsal bir bakış var ortada. Mahalleler ölçeğinde, sadece o bölge insanının mevcut kötü yapı stoklarını, ömrünü tamamlamış yapılarını yıkıp yerine aynı standartlarda yeni binaların inşa edilmesi gerekmektedir. Yani ilkin dönüşüm planı boyutunda Büyükşehir’in kentle ilgili bir kurgusunun olması gerekir. Geçmiş dönemde yapılmış yanlışların en azından bu dönüşüm sürecinde ortadan kaldırılması söz konusu olmalıdır. Kentin nefes alacağı alanların yaratılması, mevcut dere yataklarının bu anlamda yapılaşmadan arındırılması, depremle ilgili riskli alanların tespit edilmesi gerekir.
–Kenttin yaşamsal dokusunu bozmadan bir kentsel dönüşüm mümkün müdür?
Demir: Kamusal mantıkla baktığımız zaman, devlet bu işi planlarken ‘Kent Afet Master Planı’ yapmalı. Yapılaşma adına daha uygun alanların tanımlanması lazım. Örneğin Mersin’de 2. Çevre Yolu… Zemini sağlam ve bir dere yatağı unsurunun bulunmadığı bir alan. Ya da kamuya ait birçok alan var. Bu alanları bir dönüşüm mantığıyla insanları mağdur etmeden şekillenebilir. Buradaki roller TOKİ’ye verilmiş. TOKİ mahaller bazında arazileri resmen boşalttı. Öncekinin yerine sıkıştırılmış konut alanlarıyla bir bölgede yaşayan insanları çok katlı binalar içerisinde hapsetmeye çalıştılar. Doğal olarak o kentin dokusu bir anda alt üst oldu. Bu planlamalar çok küçük ölçekte yapıldığı için mahalle bazında ya da bölgesel sanayi anlamında, ticari konut anlamında yapıldığı için ekonomik gücü olmayan birçok insan TOKİ’den aldığı evlerin kredilerini ödeyemez hale geldi. Şu açıdan da bakmak gerekir, tek katlı ya da çift katlı bahçeli bir evde otururken, bir anda 50 metre karelik bir apartmanda 6 nüfusluk bir ailenin yaşamındaki değişikliği düşündüğümüz zaman, bu tamamen kendisin dokusunu bozar. Kültürel anlamda da bölüşmeyi getiren bir hale dönüşür. TOKİ o nedenle dokuyu bozmadan iş yapma konusunda başarılı değil. Çünkü denetlenmeyen bir mekanizmaya sahip. Projesinden uygulamadaki denetime varıncaya kadar, normal bir müteahhitin yaptığı binadan, bu anlamda bağımsız bir işleyişe sahip. Yapı denetim süreci yok, belediye denetim süreci yok, meslek odalarının denetim süreci yok. Doğal olarak, ‘ben yaptım, ben uyguladım, oldu bitti’ gibi bir proje inşa ediliyor. Buna karşın, belediyelerin bir gücü var ve bu gücü kamusal alanda kullanmaları gerekiyor.
YORUMLAR