Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

ADD KURUCU ÜYESİ Prof. Dr. Mustafa ALTINTAŞ: OKUMA VE ANLAMAYA ÇAĞRI -1

24 Mayıs 2022’de, MSB
24 Mayıs 2022’de, MSB yazılı bir açıklama yaparak,”Pençe-Kilit Operasyonu Bölgesi”nde, beş askerimizin şehit, iki askerimizin yaralandığını bildirdi. Tek bir insanımızın bile şehit olması, tüten bir ocağın sönmesi, bir yuvanın yıkılması,varsaeşinin dul ve çocuklarının yetim kalması sonucunu doğurur. Bu ve benzeri sorunları çözmek ve önce yurtta, sonrada dünyada barışı kurumlaştırıp, kurallaştırmaktan görevli ve sorumlu olanlar, bir başsağlığı dileği ile, görevlerini yerine getirmiş olmanın iç rahatlığına eriştiklerini düşünmekteler. Empati kurmamız gereken ise, şehitlerin geride bıraktıklarında yarattığı yokluktur.
Bu acı duyuru beni, değerli bilim insanlarımızdan Prof. Dr. Ali Demirsoy ile, iki yıl önce yaptığımız yazışmaları sizlerle paylaşmak zorunda bıraktı.
Aşağıdaki “açık mektup”, değerli bilim insanı, Prof. Dr. Ali Demirsoy’un 01.06.2020 günlü çok anlamlı, çok yararlı ve özellikle de siyasal aktörlerin okumasını, anlamasını ve üzerinde düşünmesi gereken içerikli yazısı nedeniyle yazılmıştır. Bir karşı çıkma ve yanıt içerikli olmayıp, tam tersine ne anladığımı kendisi ile paylaşma çabamın ürünüdür. Prof. Demirsoy, bu ülkenin bir yurttaşı olarak, bitme tükenme bilmeyen bir çaba ile, içinden yetiştiği, evladı olmaktan onur duyduğu halkına olan borcunu ödemekte olduğunu dile getirme yüceliğini sürdürmektedir. Lütfen önce Sevgili Demirsoy Hoca’nın akıl dolu, ders verici yazısını okuyunuz ve sonrasında benim açık mektubuma bakınız. İkisini de akıl süzgecinizden geçiriniz. Eksiklik yada yanlışlık saptar iseniz bana ve Sayın Demirsoy’a iletiniz.
İyi okumalar dilerim.
“Değerli Hocam,
“Dövüyoruz, Ağlamaya İzin Vermiyoruz” başlıklı, 01.06.2020 günlü, hedef kitleniz olduğunu varsaydığım Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını, ders verici, uyarıcı manifestonuzu okudum ve yeniden yeniden okudum.
Bu manifestonuz, içinden yetiştiğiniz ve değer kattığınız toplumumuza karşı bitme bilmeyen hizmetlerinizden biri.
Tümüne katıldığım ve altına imza atmaktan onur duyacağım bu Manifestonuz için size teşekkür ederim. Dileğim bu değerli emeğinizin, etnik ve inançsal değerlerin şarlatanlığını, siyasal sömürüsünü yapanlar tarafından, anlaşılarak okunması ve değerlendirilmesidir. Ve yine dilerim ki bu “Seslenişiniz”, yalnız son yılların değil, “ulus devlet” oluşumundan bu yana sürekli gündemde ve siyaset pazarında dolaşımda bulunan bu tartışma ve çekişmenin, çatışmanın sonlanmasına katkıda bulunmasıdır.
İzniniz olursa, bir-iki noktayı sizin görüş ve değerlendirmelerinize sunmak istiyorum.
1. Yalnız dövmüyoruz. Öldürüyoruz, işkence ediyoruz, aşağılıyoruz, zulüm ve zorbalık ediyoruz, ölülerine, mezarlıklarına bile saygısızlık ediyoruz, yurttaşlık haklarından olan “seçme ve seçilme haklarının kullanılmasını ve sonuçlarını kabul etmiyoruz” ve üstüne üstlük, ağıt yakmalarına, ölülerini anmalarına ve bütün bunları ve benzer insanlık ve evrensel hukuk ilkelerine aykırılıkları, birlikte yaşadıkları toplumun öteki kesimlerinin bilgisine, onlarla paylaşmasına yönelik sergileme çabaları olan gösteri, yürüyüş ve toplantı yapmalarına bile izin vermiyoruz.
Ve bunları siyasal konjonktüre uygun olarak da, sıkça değiştiriyoruz. Siyasi çıkarımız gerektiğinde; Oslo’da, Kandil’de, İmralı’da, Dolmabahçe’de masalar kuruyor; Devletin valisi, kaymakamı ve güvenlik güçlerine “üç maymunu” oynatıyor; HaburSınır Kapısı’nda “çadır mahkemeleri” kurup, suçsuzluklarını belgelediklerimizin, yurt içinde tur atmalarına izin veriyor; Diyarbakır Meydanı’nda Kürt Kökenli siyasetçilerle halay çekip, Kürtçe şarkılar, türküler söyleyip, sloganlara katılıyoruz; “akil insanlar taburu” kuruyor, onları pazarlığın tarafı haline getiriyor ve en sonuncusu olarak da, yerel seçim ittifakı için İmralı’dan” mektup”, Öcalan Ailesinden yardım dileniyoruz.
Bu noktada da, yaşamakta olduğumuz sorunları, “etnik”, yada “inançsal” kimlikler ayracına hapsetmek de istemiyorum.
Bana göre sorunu, “insan hakları” ve “demokrasi” temeline oturtmamızın daha yararlı olacağını düşünmekteyim. Kürt kökenli yurttaşlarımızın Doğu ve G. Doğu yerleşim yerlerinde, toplam nüfus içindeki paylarının ağırlıklı olması ve Kürt kökenli seçmenlerin siyasal bilinçlenme açısından yetkinlikleri, onların, siyasal hasım olarak nitelenmesi sonucunu doğurmaktadır. HDP’li Belediye Eş-Başkanları yerlerine, kayyum atanması ve bölge milletvekillerinin düşürülmesi bu nedenle öne çıkmakta ve sorun, etnik bir sorunmuş gibi algılanmaktadır.
Kendimizi ülke ile özdeşleştirir ve kendimizin varlığını ülkenin bekası gibi dayattığımızda, siyasal egemenliğimize her karşı geleni yada destek vereni, hasım, düşman olarak görüyor ve onlara “düşman hukuku”nu uyguluyoruz. Düşmanlarımıza ülke teslim edilmez, onları eşit yurttaş, giderek insan yerine koymadığımızdan ne insan haklarına ve ne de demokratik haklara sahip olarak görmeyiz. Bunedenle ülkeyi, kendi mülkümüz; yurttaşı kullarımız, kendimizi efendi olarak görme sapkınlığından, hastalığından uzak tutmamız gerekmektedir.
2. Bakınız, çok aydınlık, iç barışı içselleştirmiş her aklı başında olanların destek vermeleri, onaylamaları gereken düşüncelerinizi, önerilerinizi bile sunarken, linçe uğramadan çekindiğinizden, soy ve sopunuzu, etnik ve dinsel kimliğinizin altını çizme gereksinimi duyuyorsunuz. Halbuki, bu değerlerden her ikisi de, size ebeveyninizden aktarılmış olup, kendi isteğinize bağlı değildir. İstenciniz ile bunlardan, doğuştan ait olduğunuz inanç kümesinden ayrılabilir, başka bir inanç kümesine katılabilir yada inanç kimliğini terk edebilirsiniz. Uyruğunuzu da değiştirebilir ve etnik kökene aidiyete hiç önem vermezsiniz. Sizin asıl önem ve değeriniz, toplum ve insanlık için akıttığınız akıl ve alın terinizden kaynaklanır. Bilim alanınıza katkılarınız, yetiştirilmelerine emek verdiğiniz öğrencileriniz, topluma yol gösterici görüş ve düşünceleriniz, sizin dininizi de, soyunuzu-sopunuzuda anlamsız kılar. Kimse, gecemizi aydınlatan Edison’un, evreni tanımamıza neden olan Galilei’nin, Evrim Kuramcısı Darwin’in, Kuduz Aşısı ile özdeşleşmiş Pasteur’ün ve benzerlerinin dini, etnik kökeni ile değil insanlığa katkıları ile anımsanmakta ve unutulmamaktadır.
Geçmişte MHP’liler ile bulunduğum bir ortamda birden bana “Hoca, sen Müslüman mısın?” diye soru yöneltildi.
Benim, duraksama göstermeksizin, “hayır!” demem üzerine, soruyu yönelten çevremizdekilere, “Gördünüz mü, hoca Müslüman olmadığını itiraf etti” dedi.
Ben, “Böyle bir soruya ciddi yanıt vermem için, yanıtımın senin hangi işine yarayacağını bilmem gerek” dedim ve “insanların etnik kökenleri ile yer aldıkları inanç kümesinin kendi istenci ve isteği ile değil, ebeveynlerinin mensubiyetlerinden kaynaklandığını, bunların ise, insan ilişkilerinde belirleyici olmayacağını, insanların bir araya gelmesi durumunda onların isimleri ile mesleklerinin önem taşıyacağını” ekledim.
Ve kendisine, “Senin işin İtalya’dan gözlük dışalımcılığı değil mi? İtalya’ya gittiğinde “Müslüman mı yoksa gözlükçü mü arıyorsun?” sorusunu yönelttim. Ve muhatabım, efendice “Hocam özür dilerim, dersimi aldım” yanıtını vermişti.
1990 yıllarda Kürt kökenli yurttaşlarımızın ağırlıklı olduğu bir siyasal partinin Kurultayı’na katılmıştım.
Yanıma Parti yöneticilerinden biri gelerek “Hocam, sen Adıyamanlısın. Kürt olmalısın, bize yardım etsene” dedi.
İstediği maddi değil, beyinsel katkı idi.
Ben, “Kusura bakmayın. Ben 46 yaşındayım. Şimdiye kadar da ben etnik köken ve dinsel-mezhepsel açıdan kendimi sorgulamadım. Onları, nüfus cüzdanımda bir kalıt(miras) olarak algıladım. Ben siyasetin, etnik yada dinsel-mezhepsel kimlikler üzerinden yapılması yandaşı değilim. Benim anlayışıma göre siyaset ekonomik konumlarımız/kimliklerimiz (emek yada sermaye sahipliği) üzerinden yapılması gereken bir uğraştır” demiştim. Ve onlara bir bölgenin, bir etnik kümenin temsilcisi gibi görünmeden kaçınarak, Türkiye’nin Partisi olarak, birlikte yaşadığımız, siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik sorunların giderilmesi üzerine eğilmemizin gereğini öğütlemiştim.
Siyaseti, eğer yapacaksak, kendi akıl ve alın terimizin bize kazandırdığı ekonomik kimlikler üzerinde yapmalıyız. O zaman üretimde ve ülkede barışı sağlayabilir, üretimden payımızı artırmak için, ya üretimi artırıcı yöntemleri geliştiririz yada barış içinde kullanabileceğimiz araçlarla, pazarlık gücümüzü arttırırız..
(Devam Edecek)