Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

AB’de Zorunlu Dayanışma Krizi: Sayılar Küçülüyor, Sorumluluk da mı?

Avrupa Birliği’nde göç tartışmaları yeni değil; ancak Brüksel’in koridorlarında bu

Avrupa Birliği’nde göç tartışmaları yeni değil; ancak Brüksel’in koridorlarında bu kez daha sert bir rüzgâr esiyor. Pazartesi günü bir araya gelecek olan 27 AB İçişleri Bakanı, “zorunlu dayanışma mekanizması” adı verilen ve kulağa dayanışma gibi hoş gelen, ancak üye ülkelerin yüzünü ekşiten bir programı masaya yatıracak.

Kâğıt üzerinde her şey açık: Göç baskısı altındaki ülkelere — yani İspanya, İtalya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a — destek olmak için diğer AB ülkeleri belirli sayıda sığınmacıyı kendi topraklarına yerleştiriyor veya bunun yerine mali katkı sunuyor.
Peki pratikte?

Tartışma tam da burada başlıyor.

30 bin ideal, gerçekçilik başka bir yerde

Komisyon’un teklifi aslında net: 2026 için asgari 30 bin sığınmacı ve 600 milyon euro mali katkı. Bu rakam, AB’nin göç politikaları açısından makul bir alt sınır gibi görünse de üye ülkelerin bakışı bambaşka. Zaten teklifin detayları daha resmî olarak açıklanmadan, kulislere sızan ilk tepki şu:
“Çok fazla.”

Bazı hükümetler, ulusal kamuoyunda göç karşıtlığının güçlendiği bir dönemde, daha fazla sığınmacı kabul etmeye istekli değil. Üstelik, “yerine para ödemek” bile birçok ülke için tercih edilir değil. Bu nedenle Brüksel’de şimdiden “30 bin değil, çok daha düşük olacak” diyen diplomat sesleri yükseliyor.

Dayanışma mı, zorunluluk mu?

Mekanizmanın adında “dayanışma” geçiyor, ancak pek çok üye ülke bu kelimeyi uzun süredir sorguluyor. Dayanışmanın gönüllülükten çok zorunluluğa dayanması, özellikle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde siyasi bir direnç yaratıyor.

Komisyon’un planına göre bu 30 bin kişi dört güney ülkesinden alınarak, nüfus ve ekonomik büyüklük oranlarına göre diğer 23 ülkeye dağıtılacaktı. Almanya, her zamanki gibi en büyük yükü üstlenecek ülkelerin başında geliyor.
Ama planın ömrü daha başlamadan tartışmalı: Ülkeler, “Yeni göç yasaları zaten 2026’da yürürlüğe girecek. O halde ilk dayanışma döngüsü neden bu kadar büyük?” diye soruyor.

Bir diplomatın sözleri toplantıya sanki şimdiden not düşmüş gibi:
“Devletler büyüklüğü uyarlamak istiyor. Komisyon’un önerdiğinden daha düşük olacak.”

Brüksel’in gerçek sorunu

Bu tartışmanın özünde, AB’nin yıllardır aşamadığı temel problem yatıyor: Göç baskısını herkesin eşit şekilde paylaşmak istememesi.
Güney ülkeleri “Bu yükü yıllardır biz çekiyoruz” derken, Kuzey ve Doğu ülkeleri “Bizim toplumumuz daha fazlasını kaldıramaz” diyor.

Komisyon, dayanışma havuzunun tam bir yıllık dönemi kapsaması gerektiğini savunsa da; Konsey’in mekanizmayı kısaltma ve sayıların küçültülmesi yönünde adım atacağı kesinleşmiş gibi.

Sonuç

AB göç politikası, yine bir rakam tartışmasına sıkışmış durumda. 30 bin, 20 bin ya da 10 bin…
Sayılar değişiyor, ama asıl değişmeyen bir gerçek var: Avrupa hâlâ göç konusunda ortak bir irade oluşturamıyor.

Bugün Brüksel’de tartışılan yalnızca bir “mekanizma” değil; AB’nin gelecekte ortak karar alıp alamayacağına dair bir sınav.
Dayanışma, zorunlulukla ayakta kalır mı?
Ya da soruyu şöyle sormak gerek: Zorunluysa, hâlâ dayanışma sayılır mı?