Avrupa başkentlerinde son haftaların en hararetli tartışması, savaş sonrası Ukrayna’nın nasıl bir güvenlik şemsiyesi altına alınacağı. Bu tartışmada Fransa ve İngiltere’nin sesinin giderek yükseldiğini görüyoruz. Özellikle Emmanuel Macron’un “kâğıt üzerindeki güvencelerle bu iş olmaz” çıkışı, Avrupa’nın artık soyut temennilerden somut adımlara yönelmesi gerektiğini kabul ettiğini gösteriyor.
Açık konuşalım: Batı, iki buçuk yılı aşan Ukrayna savaşında sürekli bir “denge oyunu“ oynadı. Bir yandan Ukrayna’yı destekledi, diğer yandan Rusya’yı “fazla tahrik etmeme” denklemi kurdu. Ancak savaşın gidişatı, Moskova’nın tavrı ve özellikle ABD’nin hazırladığı tartışmalı 28 maddelik plan, artık bu gri alanda durmanın mümkün olmadığını ortaya koydu.
Yeni denklem: Sahada varlık olmadan barış gelmez
Fransa ve İngiltere’nin öncülük ettiği “Gönüllüler Koalisyonu”, savaş bittikten sonra Ukrayna topraklarına çok uluslu bir güvenlik gücü konuşlandırma fikrini yeniden masaya koydu. Kiev ve Odesa gibi stratejik şehirlerde Fransız, İngiliz ve hatta Türk askerlerinin eğitim ve güvenlik operasyonları yürütmesi öngörülüyor.
Bu, elbette Moskova’nın hoşuna gitmeyecek; zaten gitmiyor da. Ancak Batı başkentleri giderek şu noktaya yaklaşıyor: Eğer ortada askerî caydırıcılık yoksa, barış anlaşması sadece bir kâğıt parçasıdır.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın vurguladığı gibi, “Rusya ciddi bir yanıt alacağına inanırsa barış kalıcı olur.” Bu cümle, sahaya ayak basmadan güvenliğin inşa edilemeyeceğinin ilanı niteliğinde.
ABD’nin sessiz ama belirleyici rolü
Tüm bu tartışmaların gölgesinde ABD’nin hazırladığı ve Rus çıkarlarına fazla yakın olduğu gerekçesiyle tepki çeken 28 maddelik plan var. Planın orijinal hâli, Ukrayna’da NATO varlığını tamamen dışlıyordu. Bu, savaşın başladığı ilk günden beri Moskova’nın en büyük taleplerinden biri.
Ancak Avrupa’nın itirazları, sahadaki gerçeklik ve Ukrayna’nın tepkisi, Washington’ı plan üzerinde ciddi revizyonlara zorladı. Ukraynalı yetkililerle yapılan Cenevre görüşmeleri sonrası ABD’nin, Ruslarla yeniden masaya oturması da bunun göstergesi.
Avrupa’nın ‘oyun dışı kalmama’ kaygısı
Tüm bunların arka planında Avrupa’nın son derece insani bir korkusu var:
Bu savaşın kaderi, kendilerini ilgilendiren bir coğrafyada, kendileri olmadan belirlenmesin.
AB ülkeleri özellikle Rus Merkez Bankası’nın dondurulmuş varlıklarının kullanımı ve yaptırımların geleceği gibi konuların kendi onaylarını gerektirdiğini açıkça söylüyor. Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in “Bu Avrupa’nın güvenlik meselesidir” sözleri boşuna değil.
Zelenskiy’nin ince çizgisi
Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy ise, ABD Başkanı Trump ile yapacağı görüşmeye hazırlanırken ince bir diplomasi yürütüyor. Hem barışa “engel olmadıklarını” göstermek hem de ülkesinin güvenliğini riske atacak bir anlaşmaya imza atmamak zorunda.
Bir yandan milyonlarca Ukraynalı “onurlu bir barış” bekliyor; diğer yanda Rusya’nın talepleri ile Batı’nın çekinceleri arasında sıkışmış bir diplomatik labirent var.
Sonuç: Avrupa’nın karar anı
Fransa ve İngiltere’nin çıkışı aslında şunu söylüyor:
Eğer sahada güvenlik gücü yoksa, savaş bittiği gün bir yenisi başlayabilir.
Eğer Moskova caydırılmazsa, hiçbir güvenlik garantisinin anlamı kalmaz.
Eğer Avrupa söz sahibi olmazsa, Ukrayna’nın kaderi başkalarının elinde şekillenir.
Bu denklemde Türkiye’nin de adı geçiyor;
bu da Ankara’nın önümüzdeki dönemde Ukrayna sonrası güvenlik mimarisinde daha görünür bir rol oynayabileceği anlamına geliyor.
Barış ihtimali hiç olmadığı kadar masada. Fakat bu barışın nasıl bir barış olacağı –kalıcı mı, geçici mi, yoksa yanılsama mı– esas mücadele şimdi başlıyor.

