Avrupa Birliği’nin göç politikalarında perde arkasında neler yaşandığını çoğu zaman yalnızca rakamlar, diplomatik açıklamalar ve teknik terimler üzerinden duyuyoruz. Ancak bazen bu “teknik” temasların, aslında siyasetin en hassas damarına dokunduğunu unutmamak gerekir.
Bugünlerde Brüksel’in Libya’nın doğusuyla —evet, General Halife Hafter’in ordusunu da kapsayacak şekilde— yürüttüğü görüşmeler tam olarak böyle bir örnek oluşturuyor.
Avrupa Komisyonu, uzun süredir Libya’nın doğusundaki fiili yönetimle göç konulu temaslarını “teknik düzeyde” sürdürüyor. Teknik diyorum, çünkü resmi olarak bu görüşmelerde siyasetçiler yok; yalnızca AB’nin bürokratları, uzmanları, sınır ajansı Frontex yetkilileri ve Libya tarafının temsilcileri yer alıyor.
Ama şu soruyu sormadan geçmek mümkün mü:
Bir görüşme, “siyaset”in tam merkezinde yer alan bir konuda yapılıyorsa — hele ki taraflardan biri uluslararası arenada tanınmayan bir yönetimse — o temas hâlâ sadece “teknik” midir?
AB’nin Libya ile kurduğu bu sessiz diyalog, Avrupa’nın göç krizine yaklaşımındaki pragmatizmin yeni bir halkası gibi görünüyor.
Kâğıt üzerinde hedef açık: “Düzensiz göçü sınırlamak, insan hakları standartlarını gözetmek, gönüllü geri dönüşleri teşvik etmek.”
Ancak sahada bu idealin ne kadar karşılık bulduğunu, Akdeniz’in kıyılarında yaşam mücadelesi veren binlerce insan daha iyi anlatabilir.
Brüksel’in Hafter tarafıyla yürüttüğü bu temaslar, AB’nin geçmişte Libya’nın batısındaki Trablus merkezli hükümetle yaptığı anlaşmaları da hatırlatıyor. Fakat doğuya, yani fiilen bölünmüş bir ülkenin diğer yarısına uzanan bu yeni diplomasi, AB’nin sınır ötesi krizleri yönetmek için “tanınmayan” aktörlerle de masaya oturmaktan çekinmediğini gösteriyor.
Elbette AB yetkilileri bu görüşmeleri “yeni bir şey değil” diyerek sıradanlaştırıyor. Ancak mesele sadece masadaki isimler değil; masanın kurulma biçimi.
Avrupa’nın dış sınırlarını koruma refleksi, giderek demokrasi ve uluslararası meşruiyet kavramlarının önüne geçiyor.
Brüksel’in gözünde artık önemli olan, göçmenlerin hangi koşullarda tutulduğu değil, hangi yönlere gitmedikleri.
Bugün Libya’nın doğusuyla yapılan bu görüşmelerin satır aralarında, Avrupa’nın kendi iç çelişkileri gizli:
İnsan haklarını savunurken, güvenlik adına sessizce görmezden gelinen hak ihlalleri.
Yasallık vurgusu yapılırken, tanınmayan hükümetlerle sürdürülen “teknik” ilişkiler.
Ve en önemlisi — vicdan ile çıkar arasındaki o ince, kaygan çizgi.
Avrupa Birliği’nin bu yeni Libya stratejisi belki kısa vadede sınır istatistiklerini düzene sokabilir.
Ama uzun vadede, Avrupa’nın kendi değer sisteminde açılan gedikleri onarmak çok daha zor olacak.

