Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

MERHUM YAVUZ BÜLENT BAKİLER ANISINA ŞİİRLERİNDEN BİR DEMET…

Merhum Yavuz Bülent Bakilerle Sivas’a öğretmen olarak atandığım ilk yıl
Merhum Yavuz Bülent Bakilerle Sivas’a öğretmen olarak atandığım ilk yıl tanışmak şerefine ermiştim…
Hem de Sivas’a gittiğim ilk hafta içinde…
Sivas’a vardığım gün Sivas’ı tanımak istemiştim…
Sivas’ı tanımaya nereden başlamalı idim?
Milliyetçiler Derneğini bulmuş dernek başkanıyla tanışmıştım…
Dernek başkanının adı sayın Mehmet İrge bey idi…
Sivas İlköğretmen okuluna öğretmen olarak atandığımı söyleyince benimle çok-çok ilgilenmişti.
Kendisi de Cumhuriyet İlkokulu’nun müdürü idi…
Sivas’ın en ileri gelen ailelerinden, herkesin sevip saydığı, milliyetçi, muhafazakâr bir kişiliğe sahip aynı zamanda iyi bir aile babası idi.
Çaylarımızı içtikten sonra bana demişti ki; “Seni Yavuz Bülent Bakiler’le tanıştıracağım…İster misin?”
Şaşırmıştım…
Ben Yavuz Bülent Bakiler adını Adana’da Lise çağında ve Üniversitede öğrenci iken duymuştum…
1962 yılında “Yalnızlık” isimli yeni çıkan şiir kitabından tanıyordum.
Şiirlerinin birçoğunu da ezberlemiştim.
Şiirlerinde hep Anadolu’yu, Anadolu insanını anlatıyordu. Sade ve aydınlık bir üslubu vardı.
Milli ve manevi değerlere bağlı şiirler yazmıştı…
İstanbul’da okurken okulumuzun yayın organı olan ve benim SORUNUZ SÖYLEYELİM sayfasını yönettiğim bir dergi vardı: İslam Medeniyeti dergisi…Bu dergide Yavuz Bülent Bakilerin bir çok şiirlerini yayınlamıştık.
Matbaada mecmuaya basılmak üzere tashih için gelen Yavuz Bülent Bakiler’in şiirlerini ben tashih etmiştim.
Şiirlerini de hayranlıkla okuyor ve yayınlıyorduk.
Ama Sivas’lı olduğunu, Sivas’ta Avukatlık yaptığını bilmiyordum…
Sayın Mehmet İrge Bey benim şaşkınlığımı görünce: “Sen de mi görüşmekten çekiniyorsun?..” demişti.
Bu defa daha çok şaşırmıştım…” Ne çekinmesi?” demiş ve şaşkınlığımın sebebini, mecmuadaki yayımladığımız şiirlerini anlatmıştım…
Bu defa şaşırma sırası sayın Mehmet İrge’ye gelmişti…
Gayr-ı ihtiyari “Sen O’mu sun?” demişti…
O kimdi, kimden bahsediyordu?..
“O kim?” diye sorduğumda da: “Hani İslam Medeniyetindeki Sorunuz-Söyleyelim sayfasını yöneten Gazi Mert sen misin?..” diye sormuştu ve gitmiş öbür odadan 5-6 tane İslam Medeniyeti mecmuası getirmişti…
Karşılıklı akan gözyaşları…
…Ve beni alıp doğruca Avukat Yavuz Bülent Bakiler’in bürosuna götürmüştü.
Bürosuna geldiğimiz zaman Yavuz Bülent Bakiler beyefendinin sayın Mehmet İrge beye gösterdiği ilgiyi hiç unutamam…
Tabi beni tanımıyordu…Sadece tokalaşmıştık…
Ben kendisine hayranlıkla bakıyordum…
Hoş geldin faslından sonra sayın Mehmet İrge Bey dedi ki; “Sayın Avukatım. İşte İslam Medeniyeti Dergisinde Sorunuz-Söyleyelim köşesini yürüten ve kapalı bir kutu olan İlk Öğretmen okulunun kilidini açacak öğretmen kardeşimiz…”
Bu giriş cümlesine de şaşırmamak elde değildi…
Acaba İlk Öğretmen okulu niçin kapalı bir kutu idi?
Sayın Mehmet İrge böyle bir tanıtımla söze başlayınca sayın Yavuz Bülent Bakiler’in yerinden kalktığını beni kucaklayıp alnımdan öptüğünü görünce anlattıklarını da duyunca Sivas İlköğretmen okulundaki görevimin ne kadar kutsal ve önemli olduğunu bir daha anlamıştım.
Merhum Yavuz Bülent Bakiler’in her ay sınama salonunda yaptığı milli ve manevi değerlere bağlı şiir günlerini ve özel sohbetlerini hiç unutamıyorum.
Şimdi sizlerle merhum Yavuz Bülent Bakiler’in Sivas şiir günlerinde okuduğu bizzat kendi ağzından dinlediğim şiirlerinden bir demet paylaşmak istiyorum:
1 – SİVAS’TA YOKSUL ÇOCUKLAR
Sivas’ta Ulu Camii avlusunda çocuklar
Yalvaran gözlerle etrafa baka baka
Açıyorlar küçük esmer avuçlarını:
-Emmilerim sadaka! Emmilerim sadaka!
Hükümet konağının yanında biri
Bir kemik kalmış bir deri…
‘Boya cila yimbeş, boya cila yimbeş’ diye ağlıyor
Ve daha fırça bile tutamıyor elleri.
Garipler Pazarı’nda körpe çocuklar,
Yorgunluktan güzelim yüzleri al al…
Öldüren bir çığlık dudaklarında:
-Boş hamal! boş hamal! boş hamal!
Gökteki yıldızlar kadar sayısız
Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları!
Anladım farkınız yok koparılmış başaktan!
Alın bu gözleri benden, alın bu yüreği artık
Utanıyorum yaşamaktan…
2 – ANADOLU
Ben Anadoluyum
Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç
Şükrederek, kalktığım sofralarımda
Ya soğan ekmek olur, yahut bulamaç
Hastalarım vardı ölüm yataklarında
Ne doktor yüzü gördüm, ne ilaç
Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç…
Devlet denince hep vergi geldi aklıma
Jandarma deyince kırbaç
En gümrah ırmaklarım boşuna akıp gitti
Üç beş adım ötesinde toprağım vardı kıraç
Gittim, yiğitçe döğüştüm gazâ meydanlarında
Ne tak-ı zaferler istedim, ne taç
Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara
Barışta düştü üstüme gölge gölge haç
Yolsuz, okulsuz köylerim, kasabalarım hâlâ
Alın terine muhtaç
Ben Anadoluyum, acılı, mahzun
Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç
3 – TÜRKİYEM, ANAYURDUM, SEBEBİM, ÇAREM
Ben, kağnılarla yaylılarla büyüdüm geldim
Çocuk yüreğimi yakan türküler dinleye dinleye.
Mahzun kağnılarla, nazlı yaylılarınla
Ve tozlu yollarınla sevdim seni Türkiye!
Akşam karanlığıyla başlardı kurbağalar,
Susar gökyüzü kadar, dinlerdim biteviye.
Gecemi besteleyen cırcır böceklerinle,
Kurbağa seslerinle sevdim seni Türkiye!
Yağmurlar başlayınca, odalarımız damlardı
Dizlerini döve döve ağlardı anam.
Şimdi kırkikindiler boyunca sırılsıklam
Küçük kerpiç evlerin çıkmaz aklımdan!
Türkiyem! Hasretim! Kınalı türküm!
İçiçe güzellik, uç uca kahır…
Yüreğimi bin parçaya bölseler,
Her parçası yine seni çağrışır.
4 – EMİNE BACI
Ben Numanlar Köyü’nden Emine Bacı
Yaşım belki doksanbir ,belki seksensekiz.
Ellerim ayaklarım buğdaylar kadar temiz
Yaz gelince dibeklerde çaresiz
Dövülen benim benim, benim!
Benim şimdi harmanlarda savrulan
Kara topraklarda buğu, yetim ocaklarda duman
Seferberlik yıllarından beri dul kalan
Gelinim, gelinim, gelinim!…
Ben Numanlar Köyü’nden Emine Bacı
Ürüzgarın erittiği karlara benziyorum.
Gayrı söner odamda geceleri yanan mum
Yüreğime bir ses verin diyorum
İnim inim, inim inim!…
Ben Numanlar Köyü’nden Emine Bacı !
Tadım tuzum yok gayrı, ağzımda dilim acı
Varıp hangi doktordan alsam ilacı
Ben kim, doktor kim, ben kim?…
Beni böyle ilmek ilmek dokuyup saran ağrı
Biliyorum gayrı, ölüme çağrı
Kuru dallar gibi Allah’a doğru
Uzar beş vakit ellerim, ellerim, ellerim!
Ben Numanlar Köyü’nden Emine Bacı
Üzerime dağlar gibi çile gelir de
Ya sabır çekerim evvel emirde
Bir kuru canım var çok şükür bir de
Bir yatak bir yorgan bir kilim.
Bir yatak bir yorgan bir kilim…
5 – SANA GELDİM MEVLANA
Sana geldim Mevlâna…
Düştüm yollara Fatiha’larla
Önümde yemyeşil ışıktan bir iz
Yıkanmış yaprak gibi tertemiz
Sana geldim Mevlâna…
Herşey öylesine mağrur, sessiz, tertemiz
Geçmiş asırlardan beri tertemiz
Bir el dokundurursam sandukalara
Uyanır Horasan erleri
Sana geldim Mevlana…
Divan durdum önünde, duygulu, sessiz
İçimde ne hasret, ne gül, ne bülbül
Şimdi ezan nur alem, nur Konya
İşte sabır, işte aşk, işte tevekkül
Sen bilirsin Mevlana…
Sana geldim Mevlana…
Ayet ayet İslam, nakış nakış Türk
Bir türbe içinde ne güzel mana
Serin bir rüzgarla çok uzaklardan
Sana geldim Mevlana…
Evet…Merhum Yavuz Bülent Bakiler’den bir demet hikmetli şiir sundum. Peygamberimiz: ‘’ Şiirin hikmet olanı da vardır…’’ buyurmuş. Hikmetli şiirlerinin gençlerimize örnek olması dileklerimle ruhu şad olsun…Nurlar içinde yatsın.
Hoşça kalınız