Belgrad’dan gelen son haberler, Sırbistan’ın karmaşık dış politika dengesini bir kez daha gözler önüne seriyor. Cumartesi günü sergilenecek olan 19 yeni silah sistemi, sadece askeri bir gövde gösterisi değil, aynı zamanda ülkenin stratejik yönelimine dair önemli ipuçları taşıyor. Bir yandan Avrupa Birliği’ne (AB) katılma hedefiyle Batı’ya göz kırpan Sırbistan, diğer yandan Fransa, Çin, İsrail ve Rusya gibi farklı kutuplardan silah tedarik ederek “tarafsızlık” kartını oynuyor.
Peki, bu gerçekten bir tarafsızlık stratejisi mi, yoksa sadece bir hayatta kalma taktiği mi? Sırp jeopolitik ve savunma analisti Nikola Lunić’in de belirttiği gibi, bu bir “güç mesajı” değil. Coğrafi olarak NATO ve AB ile çevrili bir ülke için askeri bir caydırıcılık mesajı vermek zaten pek mantıklı değil. Ancak bu, Sırbistan’ın duruşunu daha da belirsiz kılıyor. AB entegrasyonu resmi hedef olarak dile getirilse de, Çin ve Rusya ile yapılan üst düzey temaslar, bu hedefin ne kadar “öncelikli” olduğu sorusunu akıllara getiriyor.
Sırbistan’ın bu ikilemi, yakın tarihinin derin izlerini taşıyor. 1999’da NATO’nun Kosova müdahalesi sırasında gerçekleşen bombardımanın hafızası, Belgrad’ın ittifaka olan mesafesini korumasının en büyük nedenlerinden biri. Hırvat bir güvenlik danışmanı olan Gordan Akrap’ın da vurguladığı gibi, bu tarihsel yük, Sırbistan’ın NATO’ya yakınlaşmasını zorlaştırıyor. Ancak bu durum, Sırbistan’ın AB hedeflerinden tamamen vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Parlamento Başkanı Ana Brnabic’in de belirttiği gibi, Sırbistan’ın AB’ye entegrasyonu hala stratejik bir öncelik. Belgrad, bu sürecin zaman ve uyum gerektirdiğinin farkında.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić’in Çin’deki askeri geçit törenine katılması, Batı başkentlerinde endişe yaratabilir. Ancak Brnabic’in de savunduğu gibi, bu ziyaretleri “ya o ya bu” şeklinde okumak yanlış olabilir. Zira AB liderleri de Çin ile temaslarını sürdürüyor. Bu durum, günümüz dünyasında jeopolitik ilişkilerin tek bir eksen etrafında dönmediğini, çok yönlü ve pragmatik yaklaşımların öne çıktığını gösteriyor.
Sırbistan, bir yandan Batı’dan ekonomik destek ve entegrasyon ararken, diğer yandan Doğu’dan geleneksel bağlarını ve askeri tedarik imkanlarını korumaya çalışıyor. Bu hassas denge, Belgrad’ın ne kadar daha sürdürülebilir bir yol izleyebileceği sorusunu gündeme getiriyor. Bu çok yönlü dış politika, ülkeye manevra alanı sağlasa da, nihayetinde bir taraf seçme baskısını er ya da geç hissettirecektir. Sırbistan’ın geleceği, bu ince çizginin neresinde duracağına bağlı olacak gibi görünüyor.

