Avrupa Parlamentosu’nda yapılan son tartışma, Gazze’de yaşanan insani felaket karşısında Avrupa’nın nasıl ikilemler içinde olduğunu bir kez daha gösterdi. Konu, sadece diplomasi ya da siyaset değil; kelimelerin gücüyle vicdanların sınandığı bir meseleye dönüştü.
Salı günü yapılan oturumda en çok tartışılan nokta, İsrail’in Gazze’deki saldırılarının “soykırım” olarak adlandırılıp adlandırılamayacağıydı. Bir yanda, “kötülüğü adını koyarak ifşa etmeliyiz” diyenler… Diğer yanda ise “bu kelimeyi kullanmak antisemitizmdir” diye savunanlar.
Burada dikkat çeken şey, Avrupa Birliği’nin (AB) hâlâ ortak bir ses çıkaramaması. Bir yandan uluslararası insan hakları örgütleri açıkça “soykırım” ifadesini kullanıyor; diğer yandan Avrupa’daki bazı siyasiler bu sözcüğü telaffuz etmekten bile kaçıyor. AB Dış Politika Sorumlusu Kaja Kallas’ın sözleri aslında gerçeği özetliyor: “Üyeler ortak bir görüşe varmadıkça birlik hareket edemez.” Yani Avrupa, kendi içinde bölünmüşlüğün kurbanı olmuş durumda.
En önemli nokta şu:
Geçtiğimiz hafta AB Komisyonu’nun İspanyol Başkan Yardımcısı Teresa Ribera’nın “Gazze’de soykırım” ifadesini açıkça dile getirmesi cesur bir çıkıştı. Ama hemen ardından gelen bürokratik açıklamalar, bu sözlerin etkisini gölgeledi. Avrupa, hâlâ “hangi sözcüğü kullanmalıyız?” tartışmasında boğulurken, aslında kullanılması gereken en temel sözcük çoktan unutulmuş gibi görünüyor: insanlık.
Bugün Avrupa’nın asıl sınavı, siyasi çıkarların ötesinde vicdani bir duruş sergileyip sergilemeyeceği. Çünkü Gazze’de yaşanan trajediye hangi isim verilirse verilsin, olan biten ortada:

