Avrupa Birliği uzun süredir dünyada sadece bir ekonomik güç değil, aynı zamanda “değerler ittifakı” olarak da anılmak istiyor. Demokrasi, insan hakları ve uluslararası hukuk ilkeleri, bu ortaklığın en çok vurgulanan sacayakları arasında. Ancak iş, bu değerleri uygulamaya geldiğinde, özellikle de Gazze gibi çatışmaların göbeğinde durulması gerektiğinde, AB’nin ne kadar bölünmüş bir yapı olduğu tekrar tekrar gün yüzüne çıkıyor.
AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas’ın Danimarka’da yapılan gayri resmî dışişleri bakanları toplantısı sonrası yaptığı açıklamalar bu bölünmüşlüğü açıkça ortaya koydu. Kallas, Gazze konusunda alınması gereken ortak tutumda yaşanan fikir ayrılıklarının kendisini hem duygusal hem de diplomatik olarak zorladığını açık yüreklilikle ifade etti. “Suçlanan yüz ben oluyorum, ama kararları ben veremem,” diyor Kallas. Bu söz, Brüksel’deki bürokrasinin değil, siyasî iradenin eksikliğiyle açıklanabilir ancak.
Gazze’de yaşanan insani kriz karşısında AB’nin duruşu hem içeride hem dışarıda sorgulanıyor. Üye ülkeler arasında İsrail hükümetinin politikalarına karşı nasıl bir yol izleneceği konusunda fikir birliği sağlanamıyor. İsrail ile olan Ortaklık Anlaşması’nın askıya alınması önerisi masada; ancak başta Almanya ve Macaristan olmak üzere bazı ülkelerin muhalefeti, ortak bir tavır alınmasının önüne geçiyor. Diğer yandan Danimarka gibi bazı ülkeler ise bu adımı desteklemeye hazır.
Bu karmaşık tabloda, Rasmussen’in sözleri dikkat çekici: “İşgal altındaki topraklardan ithalata doğrudan yasak koyamasak da, alternatif yollar bulunabilir – örneğin yüksek gümrük vergileri.” Danimarka Dışişleri Bakanı’nın bu yaklaşımı, klasik diplomatik çıkmazlara karşı daha yaratıcı çözümler aranabileceğini gösteriyor.
AB içinde kararlar genellikle oybirliğiyle alındığı için, her ülkenin vetosu bir blokaj yaratma gücüne sahip. Bu da, AB’yi kriz anlarında yavaşlatan, zaman zaman felç eden bir yapıya dönüştürüyor. Oysa ki uluslararası sistemde güvenilirlik, sadece alınan kararlarla değil, zamanlamayla da ilgilidir.
Kallas’ın, “Çoğunluk büyüyorsa, bölünme küçülüyor” sözleri ise hem umut taşıyor hem de AB içinde hâlâ bir değişim potansiyeli olduğunu gösteriyor. Ancak bu potansiyelin gerçek bir etkiye dönüşmesi için siyasi cesaret gerekiyor. Sadece kelimelerle değil, eylemlerle de bu birlikteliği göstermek şart.
Avrupa Birliği bugün, sadece Gazze konusunda değil, genel olarak dış politika alanında “birlik” idealini test ediyor. Bu testin sonucu sadece Brüksel’in değil, dünyanın da yönünü etkileyebilir.

