Bu şehir, sen gideli beri bir başka sessiz mi ne. Sokak lambaları eskisi gibi yanmıyor, caddeler o tanıdık neşeyi fısıldamıyor.
Hani derler ya, bir insan gider ve ardında koca bir boşluk bırakır; işte sen tam da bunu yaptın. Gidişinle bu şehir yetim kaldı, ben ise sensizliğin gölgesinde kaybolmuş bir adam.
Bu şehir sensiz ağlıyor mi ne?
Gökyüzü griye çaldı sen gideli, bulutlar bile gözyaşlarımı saklamak ister gibi üst üste yığılıyor. Sokaklar, o sokaklar ki seninle hayat bulurdu, şimdi birer mezar taşına döndü.
Her köşede sen varsın, ama yokluğun bıçak gibi kesiyor içimi. Bu şehir seni özledi, ama ben…
Ben sensiz nefes alamıyorum.
Geceleri uyku haram oldu bana. Yastığımda senin kokun yok artık, ama yine de sarılıyorum ona, belki bir rüyada seni bulurum diye.
Bulamıyorum.
Gözlerimi kapattığımda, kahkahan çınlıyor kulaklarımda, sonra birden kesiliyor.
Sessizlik…
Öyle bir sessizlik ki, kalbimin atışını bile duyuyorum, her vuruşta “Mine, Mine” diye inliyor. Özlem dedikleri buymuş meğer, bir yanım hep eksik, bir yanım hep kanıyor.
Duyguların sustuğu, kalemin tükendiği, suların çekildiği ve gecenin zifiri karanlığında beliren koca bir resimsin artık. Dokunamadığım, susamadığım, bir fincan kahvenin buğusunda gözlerine dalıp dalıp gittiğimsin.
Sabahları uyanıyorum, kahvemi yudumlarken gözlerim pencereden dışarı dalıyor.
Eskiden o sokakta senin adımların yankılanırdı. Şimdi ise rüzgâr bile tembel, sanki o da seni arıyor. Biliyor musun mi ne, seninle geçirdiğim her an bu şehrin taşlarına kazınmış gibi.
Parktaki bank, köşedeki çiçekçi, hatta yağmurda ıslandığımız o eski otobüs durağı…
Hepsi seni hatırlatıyor, hepsi sessizce “Nerede o kız?” diye soruyor.
Sabahları kahvem soğuyor elimde. Hani beraber içerdik ya, sen şekersiz severdin, ben ise sana bakarken tatlanırdım. Şimdi o fincan boş, tıpkı benim gibi.
Pencereden bakıyorum, parkta o bank duruyor hâlâ. Üzerinde oturup ellerini tuttuğum, “Sonsuz olsak keşke” dediğim bank.
Sonsuzluk bitti mi ne, sen gittin, ben o banka bile oturamıyorum artık.
Ayaklarım gitmiyor, çünkü sen yoksun.
Bu şehir seni arıyor, her yağmurda, her rüzgârda. Ama en çok ben arıyorum. Gözlerim yollarda, kulaklarım kapı sesinde. Belki dönersin diyorum, belki bir gün o kapı çalar ve sen “Özledim” dersin. O an ağlar mıyım, güler miyim bilmiyorum, ama şunu biliyorum:
Sensiz bu şehir bir hapishane, ben ise içinde kaybolmuş, çaresiz bir mahkûm.
Hasret dedikleri bu mu bilmiyorum. İçimde bir yer yanıyor, ama ateş değil bu, daha çok soğuk bir sızı. Özlemek, meğer ne ağır bir yükmüş. Geceleri yastığa başımı koyduğumda, senin gülüşün geliyor aklıma. O
gülüş ki, bu şehri bile ısıtırdı. Şimdi ise karanlıkta tek başıma, anılarınla savaş veriyorum. Keşke diyorum, keşke bir kez daha gözlerinle karşılaşsam, o tanıdık sesini duysam: “Nasılsın?” desen, ben de “Sensiz nasıl olunur ki?” diye cevap versem.
Bu şehir seni özledi mi ne, ama en çok ben özledim. Seni ararken kendimi kaybettim, sokaklarda, anılarda, yarım kalan hayallerde. Belki bir gün dönersin, belki bu şehre tekrar bahar gelir. O güne kadar ben burada, senin hatıranla yaşamaya devam edeceğim.
Çünkü sen bu şehrin ruhuydun, ben ise o ruhun gölgesinde bir garip âşık.
Dönmesen de olur mi ne, ama bil ki seni bekleyeceğim. Bu şehirde, bu sokaklarda, bu anılarda…
Kalbim durana dek seni seveceğim. Çünkü sen bu şehrin tek baharıydın, ben ise o baharın solmuş, yaprak döken bir dalı.
Sizlere Gelecekte Görüşmek üzerine Meydan Okuyorum.
Orada Görüşelim…

