Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

SUSKUNLUĞUN TENİ NE RENKTİR?

Bir zamanlar, içimdeki derin yaraları saklamak için kalemimi elime aldım.

Bir zamanlar, içimdeki derin yaraları saklamak için kalemimi elime aldım. Hayatımın en çetrefilli dönemlerinden birindeydim. Kırık dökük bir kalbin yükünü taşıyan bir yolcu gibi, yanımda her an bir taş, bir çakıl vardı. Yavaş yavaş yürüyordum, ama her adımda ayaklarımdaki nasır gibi acılar, geçmişin izlerini hatırlatıyordu. Kurtulamıyordum ya da kurtulmak istemiyordum. Bu acı sonsuza kadar sürsün, beni mutlu etsin istiyordum.

Bir gün, gökyüzü gri bulutlarla kaplanmışken, içimdeki karmaşanın yankıları, sanki bir savaş alanındaymışım gibi kulaklarımda çınlıyordu. Gelmek bilmeyen o ay başı, sanki bir hayalet gibi peşimi bırakmıyordu. Her ayın başlangıcı, yeni bir umutla gelse de, ben sadece geçmişin gölgeleriyle yüzleşmek zorunda kalıyordum. Borçlar, bana birer kılıç gibi saplanıyor, her biri ruhumun derinliklerine bir yara açıyordu.

Bir zamanlar, hayallerimin peşinden koşarken, yollarımdan biri beni bir çukurun içine düşürdü. Yaralı kadınların hikâyeleri, kalbimde açılan yaralar gibi, içimi kemiriyordu. Onların acıları, benim acılarımı daha da derinleştiriyor, beni her seferinde daha da kırıyordu. Öyle bir noktaya geldim ki, savaşmadan duramaz hale geldim; çünkü içimdeki savaş, dışarıdan gelen kılıçlardan çok daha fazlaydı, anlamlıydı, mücadelenin sonucu yok ama bir bedeli vardı. O bedel kainatın bir yerlerinde tüm insanlar tarafından karşılıksızca ve cesurca ödeniyordu.

Bir arkadaşım, bana hikâyeler anlatırken, gözlerimin derinliklerinde kaybolmuş hayallerin izlerini görebiliyorsun belki ama her bir kelime, bir parça umut taşımakta, her bir yaralı kalp, bir gün onarılmayı beklemekte.

Şimdi içimdeki savaşın son bulacağı günü bekliyorum; belki bir gün, ayaklarımdaki nasırların yerini, yeni bir başlangıcın sıcak toprağı alacak.

Bir gün, bu savaşın sona ereceğini biliyorum.

Ve o gün geldiğinde, geçmişin kılıçları yerine, kalemimin ucunda yeni hikâyeler yazılacak. O zaman, yaralı kadınların hikâyeleri sadece hatıralar olacak; ben de birer kahraman gibi, geçmişin yüklerinden kurtulup, yeni bir yola çıkacağım.

Kalemim, ruhumun tercümanıydı bir zamanlar. Dilsiz acılarımın sesi, görünmez yaralarımın merhemiydi. Her harfi dökerken mürekkep değil, kanayan yüreğimin özsuyu akardı beyaz kâğıdın üzerine. Kelimeler, içimdeki fırtınaların limanıydı; cümleler ise ruhumu saran dikenli tellerin arasından sızan umut ışıklarıydı.

Ayaklarımdaki nasırlar, yürüdüğüm çileli yolların haritasıydı sanki. Her biri farklı bir acının, farklı bir kaybın işaretiydi. Tıpkı Sisifos’un kayası gibi, her gün aynı yükü sırtlanıyor, her gece aynı dağın zirvesinde çöküyordum. Ay başları, takvimin kara delikleri gibi yaklaşıyor, borçlar birer yırtıcı kuş misali etimi didikliyordu. Para değildi bunlar; hayallerimin, umutlarımın kemikleriydi parçalanan, kırılan, dağılan, toz olan anlıyor musun?

Yaralı kadınların hikayeleri, kendi hikayemle iç içe geçmişti artık. Onların gözyaşları benim mürekkebim, onların çığlıkları benim virgüllerim olmuştu. Her biri, toplumun görmeyi reddettiği birer hayaletti; ben ise onların görünmez acılarını görünür kılmaya çalışan nafile bir aynacıydım.

Ama işte şimdi, en büyük korkum başımın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor: Ya bir gün kalemim kurursa? Ya kelimeler beni terk ederse? Ya içimdeki bu savaş, dilimi de esir alırsa? Yaşlı bir köpek, okunmuş ve bir kenara atılmış bir kitap, eskimiş ve çöpe atılmış bir paltodan ne farkın kalırdı?

Bazen düşünüyorum; belki de yazamamak, var olamamaktan daha korkunç. Çünkü yazmak, benim için nefes almak gibi. Kelimeler olmadan boğulurum ben. Sessizlik, beni içten içe kemiren bir kurttur; söyleyemediklerim, zamanla beni zehirleyen birer yılan olur ve o yılan benden evrene yol olur.

Kalemimin ucunda dans eden harfler, yarın suskunluğa gömülürse, kim anlatacak bu yaralı ruhların hikayesini? Kim olacak onların sesi? İçimdeki yangın sönerse, geriye yalnızca kül mü kalacak?

Gelecek, sisli bir deniz gibi uzanıyor önümde. Belki bir gün, kelimeler beni terk edecek. Belki bir gün, kalemim ellerimde ağırlaşacak, mürekkebim donacak. O gün geldiğinde, sessizliğin soğuk kollarında, kendi yaralarımla baş başa kalacağım.

Yine de yazıyorum. Çünkü şu an, bu an, kelimeler hâlâ benimle. Her satır, yarına karşı kazandığım küçük bir zafer. Her paragraf, sessizliğe karşı açtığım bir isyan bayrağı. Belki yarın dilsiz kalırım, ama bugün hâlâ konuşabiliyorum.

Ve biliyorum ki, bir gün kalemim düşse de elimden, yazdıklarım kalacak. Tıpkı ölümsüz bir ruh gibi, kelimelerim zamana meydan okuyacak. O zaman ben susmuş olsam da satırlarım konuşmaya devam edecek. İşte belki de yazarın en büyük tesellisi budur: Ölümlü bedenimiz suskun kalsa da ölümsüz kelimelerimiz sonsuza dek yankılanacak.

Sizlere Gelecekte Görüşmek üzerine Meydan Okuyorum.

Orada Görüşelim…