Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

YARALI KADINLARIN KANATTIĞI YARALAR

Sevgili dostum! Sana içimi dökmek istiyorum, ama öyle pat diye

Sevgili dostum!

Sana içimi dökmek istiyorum, ama öyle pat diye değil, usulca, sanki bir akşamüstü kahvesini yudumlarken dertleşir gibi.

Tane tane ve içtenlikle.

Hayat, bazen bir yol oluyor, taşlı, tozlu, insanın ayağını her adımda burkan.

Ömrüm boyunca o yolda yürüdüm, ama ne yalan söyleyeyim, en çok yaralı kuşların kanat çırpışları yordu beni.

Bilirsin, bazı kuşlar vardır, gökyüzüne hasret, kanatları kırık, ama yine de uçmaya çalışır.

İşte ben o kuşların gölgesinde kaldım hep.

Ne topuğuma batan dikenler ne sabahın köründe uyanıp da bitmeyen bir koşuya başlamak, ne de cebimde delik deşik hayaller…

Hiçbiri, o kuşların çığlığı kadar ağır gelmedi yüreğime.

Ömrü hayatımda yaralı kadınlardan çektiğim kadar hiçbir şeyden çekmedim.

Ne ayağımdaki nasır, ne gelmek bilmeyen ay başı, ne de bitmeyen borçlar. Hepsi kılıçlarını çekip geldi üstüme.

Bir vakitler, gençtim, dünya gözüme bir bahar dalı gibi görünürdü.

Ama sonra anladım ki, her dalın bir gölgesi var. O gölgelerde tanıdım onları; yaralı kuşları. Kiminin gözlerinde bir fırtına, kiminin sesinde bir ağıt.

Sanki hepsi bir yerlerden düşmüş, ama düşerken bile gururla süzülmüş gibi. Onlara el uzattım, kanatlarını sarmak istedim. Ama dostum, bilmez misin, bazı yaralar görünmez olur. Sen sardığını sanırsın, ama o yara içten içe kanar. Ben de öyle oldum, sardıkça kanadım, kanadıkça daha çok sardım. Her birinin hikayesi bir kılıç gibi saplandı göğsüme.

Kimi aşk diye bir uçuruma yuvarlanmış, kimi güven diye bir bataklıkta kaybolmuş. Ama hepsi, hepsi birer savaşçı gibi dimdik duruyordu, sanki yenilgi diye bir şey yokmuş gibi. Ben en çokta dik duran kadınları sevdim.

Bir keresinde, bir tanesiyle gece boyu konuştum. Ay ışığı penceremize süzülüyordu, sanki sırlarımı dinlemeye gelmiş gibi.

O anlattı, ben dinledim. Sözleri bir nehir gibi akıyordu, ama nehir değil, bir lav gölüydü sanki. Her kelimesi içimi dağladı.

O kadar güçlüydü ki, sanki dünyayı sırtında taşıyabilirdi, ama bir o kadar da kırılgan. O gece anladım ki, bazı insanlar hem kale hem kumdan şato. Dokunsan dağılır, ama aynı anda fırtınalara kafa tutar. Ben o kaleyi korumak istedim, ama kaleler bile bazen kendi ağırlığına yenik düşer.

Sonra bir başkası geldi, gözleri bir sonbahar ormanı gibi.

Hani yapraklar düşer ya, ama ağaç hala ayakta durur, işte öyle.

Onunla bir bankta oturduk, rüzgâr saçlarımızı karıştırırken.

Anlattı, sustum. Anlattı, içim titredi. Sanki her cümlesi bir ok, her bakışı bir hançer.

Ama garip, değil mi?

O hançerler batarken bile insan kendini suçlu hissediyor. Sanki o yaraları ben açmışım gibi. Oysa ben sadece bir yolcuydum, onun yolundan geçen. Ama işte, bazı yollar insanın içine kazınır, unutamazsın.

Şimdi, sana bunları anlatırken bile içimde bir fırtına kopuyor. Cebimdeki delikler, bitmeyen koşular, topuğuma batan dikenler… Hepsi birer gölge, hepsi birer yük. Ama asıl yük, o yaralı kuşların gözlerindeki o bakış. Sanki “Beni kurtar” der gibi, ama aynı anda “Beni olduğum gibi kabul et” diye haykırır gibi. Ben ne kurtarabildim, ne de tam anlamıyla kabul edebildim. Belki de bu yüzden, her adımda biraz daha ağırlaştı yolum.

Dostum, bazen düşünüyorum, belki de bu dünya bir kuş yuvası. Hepimiz birer kanat çırpışıyız. Ama bazı kanatlar kırık, bazıları yamalı. Ben yamalı olanlardanım, kırıkları sarmaya çalışan. Ama her yama, bir parça daha eksiltiyor benden yokluklarımı. Yine de, pes etmek yok. O kuşlar uçmaya çalıştıkça, ben de onların gölgesinde yürümeye devam edeceğim. Belki bir gün, hepimiz gökyüzüne ulaşırız, ne dersin?

Sevgiyle,

Bir yolcu…