Özetliycek olursak: Dedim ya aylardır işsizdim. Çok çok samimi bir arkadaşım,
- Çok şanslısın bizim iş yerine muhasebeci lazım, dedi.
Patron ile görüştüm pazartesi günü Mersin’e geliyorum, bir gün belirleyelim, beyefendi ile görüşelim, dimiş.
Pazartesi günü ser de yüğrüklük olduğundan, utanıp sıkıldığımızdan, ayıp olmasın, başını ağrıtmayayım diye arkadaşı aramadım, ondanda bir haber çıkmadı zaten.
Salı günü krallığımı ilan ettiğim, iç dünyamın dışa vurumlu, sessiz silüeti olan, iş yerime geldi ve bana dedi ki
– Bugün yanına uğrayacağım için dün aramadım, patron daha gelmedi ve dedi ki cuma günü gelecek, cuma günü sana haber vereceğim.
Öyle arsız öyle alakasız öyle rahat bir tavrı vardı ki içten içe rahatsız oldum. Sanki sırtına yükmüşüm gibi sanki istenmiyormuşum gibi, benim içinde bulunduğum durum, çektiğim ızdırap, yıkılan yuvam, kaybolan yıllarım, vefasız ve nankör çocuklarım… Hiçbiri ama hiçbiri umrunda değildi.
Sırf konuşmuş olmak için konuşuyordu.
Közlerimin içine baka baka yalan söylüyordu ve işin en hazin ve acıklı tarafı ben, bizzat bu olaya hem şahit olup hem dinliyordum ve hiç bir şey diyemiyordum ‘‘bir umut’’ diyerek.
– Bu iş olmaz, Bu işi yapacak, aracı olacak kapasitede yok zaten bu meymenetsizde, dedi içimdeki yaşlı bilge.
Oysa ben o bilgenin öldüğünü varsayıyordum. İşte böyle en olmadık zamanlarda içimden kafasını kendi kafamın içine uzatıp üç beş kelam edip yine kurtarmıştı beni. İçimden siyah giyimli bir başka bilge ses dedi ki
- Ulan evlenirken neredeydin?
Üzerinden tam altı ay geçti.
Arkadaşla karşılaştık, o umursamaz tavır üzerine yapışmış eski ve kirli bir elbise gibiydi, hiç değişmiyordu. Yüzyıl sonra karşına çıksa gene tanıyacağın bir profil olarak, görüntüsü hep aynıydı.
Biraz konuştuktan sonra:
– Patron, başka birini aldığı için sana haber verme ihtiyacı duymadım.
Şehirde ki bütün binaların teker teker yıkıldığını gördüm bir anda.
Etraf toz duman ve ben orta yerinde, savaştan çıkmış, üstü başı kanlı, bir milletin umudu olmuş ve nice savaşlardan galip çıkmış bir komutan edasıyla bakınıyorum ve ben ilk kez böyle bir düşman karşısında çaresiz yenilgiyi kabulleniyorum.
Tek kurşun atmadan, tek kılıcı kınından çıkmadan kaybediyorum bu savaşı.
Ulan dedim şuna bir şaplak koysam suratının ortasına, insanlığa büyük bir hizmet etmiş olur muyum? Ya da bugün kü sevap kotamı doldurmuş olur muyum?
Düşün dağ başına mahsur kalmışsın ne yiyeceğin var ne içeceğin var.
Telefonunun şarjı yüzde bir, güç bela bir arkadaşını arıyorsun durumunu anlatıyorsun, hemen geliyorum diyor ve bir hafta sonra senin yanına geliyor ve diyor ki:
– Kanka su da bulamadım yemek de.
Tabii o bunları söylerken, sen onu gökyüzünden dinliyorsun…
Sizlere Gelecekte Görüşmek üzerine Meydan Okuyorum.
Orada Görüşelim…

