Zaman zaman hayatın belirli aşamalarında, belirli dönemlerde karşımıza birtakım insanlar çıkar.
Bu insanlar bilgileri ile davranışlarıyla,
Ama içimizdeki o baskın duyguların devreye girmesi ile ne kadar ukala, kendini beğenmişin teki, her şeyi bildiğini zannediyor gibi duygularla, onları görmezden gelir, ne hayatımıza girmesine izin veririz ne de hayatlarına gireriz.
Süreçler sonrasında bir bakarız ki o kişinin söyledikleri birer birer çıkmaya başlamış gelecekle ilgili söyledikleri bize birer Umut olmuştur.
Bu konuda Descartes’in muhteşem bir cümlesi var.
Diyor ki Descartes:
‘‘Sana Işık Tutanlara Sırtını Dönersen, Göreceğin Tek Şey Kendi Karanlığın Olur’’
Descartes’in düşünceleri, insan aklının ve bilincinin en derin köşelerine ışık tutan felsefi temellerden biridir.
Bu söz, bilginin ve aydınlanmanın önemini, aynı zamanda inkâr edildiğinde bireyin kendi içsel karanlığına nasıl vahim bir hezimetle hapsolacağını vurgular.
Bilgi, insana yön veren en önemli unsurlardan biridir.
Ancak, ne acıdır ki insan bazen kendine ışık tutanları, yani onu bilgiyle, farkındalıkla ve doğrulukla aydınlatan kaynakları reddedebilir.
Bu, bireyin yalnızca kendi sınırlı perspektifi içinde kalmasına ve hatalarına mahkum olmasına neden olur. Aydınlanma çağından beri insanlık, bilgiyi reddetmenin getirdiği tehlikeleri deneyimlemiş, dogmaların ve kör inançların yarattığı sınırlamaları aşmaya çalışmıştır.
Işığı reddeden birey, kendi iç dünyasında kapanır ve dış dünyadan gelen bilgiyi sorgulamadan yok sayar.
Bu durum, yanlış anlamaların, önyargıların ve dogmatik düşüncelerin doğmasına yol açabilir. Oysa, insanın gelişimi ancak öğrenme, sorgulama ve değişime açık olma ile mümkündür.
Toplumlar için de bu söz büyük bir anlam taşır. Bir toplum kendini bilgiyle aydınlatan bilim insanlarına, sanatçılara, düşünürlere sırtını dönerse, ilerlemesi durur ve kendi içinde çürümeye başlar.
Tarih boyunca büyük medeniyetler, bilgiye ve öğrenmeye değer verdikleri sürece yükselmiş, bilgiye sırt döndüklerinde ise gerilemişlerdir.
Vefasızlık ve Nankörlük Üzerine Bir Hikaye
Bir zamanlar küçük bir köyde, herkesin saygı duyduğu yaşlı bir bilge yaşardı.
Bilge, hayatı boyunca insanlara yardım etmiş, ihtiyaç sahiplerine el uzatmış ve bilgeliğiyle köy halkının yolunu aydınlatmıştı. Fakat yıllar geçtikçe, insanlar onun varlığını ve öğütlerini hafife almaya başladılar.
Bilge, bir gün genç bir adamın kapısını çaldığını gördü.
Adam, büyük bir sıkıntı içinde olduğunu, ailesinin dağıldığını ve işini kaybettiğini anlattı.
Bilge, ona yardım etmekten geri durmadı. Ona iş bulmasına yardımcı oldu, ailesiyle arasını düzeltmesi için ona yol gösterdi. Genç adam, bilgenin yardımları sayesinde tekrar ayağa kalktı.
Ancak zaman geçtikçe, eski sıkıntılarını unuttu ve bilgeye olan minnettarlığını bir kenara bıraktı.
Bir gün, köyde dedikodular başladı.
Genç adam, bilge hakkında kötü konuşuyor, ona verdiği öğütlerin aslında işe yaramaz olduğunu söylüyordu.
Köy halkı da bu sözlere inanarak bilgeye sırtını dönmeye başladı. Bilge, yıllarca emek verdiği insanların ona sırt çevirmesine üzülse de suskunluğunu korudu.
Zaman geçti ve genç adam bir kez daha zor duruma düştü.
İnsanlar ona sırt çevirdiğinde, bilgenin kapısını çalmaktan başka çaresi kalmadı. Ancak bu sefer, bilge ona sadece bir söz söyledi: “Vefasızlık, en büyük nankörlüktür. Sana uzanan bir eli unutmak, aslında kendi geleceğini karartmaktır.”
Genç adam, bilgenin sözlerinin ağırlığını ancak her şeyini kaybettiğinde anladı. Ama artık çok geçti.
Bu hikaye bize gösteriyor ki, vefasızlık ve nankörlük, insanın kendi yolunu karanlığa sürükleyen en büyük tuzaklardır.
Bize yardım edenleri unutmak, aslında kendi değerlerimizi kaybetmek anlamına gelir.
Sonuç olarak, Descartes’in bu sözü, birey ve toplum için büyük bir ders niteliğindedir. Kendimizi geliştirmek, hatalarımızı görmek ve ilerlemek istiyorsak, bize ışık tutanları dinlemeli ve onlardan öğrenmeye devam etmeliyiz.
Aksi takdirde, yalnızca kendi karanlığımızla baş başa kalırız.
Gelecekte Görüşmek Ümidiyle…