Eğitimin en büyük önemi sınıfsal eşitlik sağlamasıdır…
Kişileri, doğuştan beraberinde getirdiği sınıfsal kaderine terk etmeyip, sınıfsal sıçrama yaptırmasıdır…
Bu cümleyi kurduktan sonra aklıma Hint Kast Sistemi gelmeden edemiyor…
Hindistan ve Afrika’nın bazı ülkelerinde uygulanmaktadır…
Çin’de de, ‘Hukou Sistemi’ olarak adlandırılan bu sistem, toplumlardaki belli kesimi ayrıcalıklı olarak değerlendirip diğer gruplardan ayırmıştır…
Geçmiş zamanlarda uygulanan bu sistemin etkileri bazı kırsal bölgelerde hâlâ devam etmektedir…
Bu kast sistemini, temel hatlarıyla anlatacak olursak;
En tepede Brahmanlar denilen elit tabaka, sonrasında Kshatriyaslar(Savaşçılar), Vaisyalar(Esnaf, Tüccar, Çiftçi), Sudralar (Hizmetçiler, İşçiler ve köleler) ve sonunda hor görülen, sınıf dışı varlık olarak bakılan Paryalar…
Kast sisteminde, meslekler babadan oğula geçerdi…
Kastlar arası geçiş kesinlikle yasaktı. Evlilik dahi olamazdı…
Yani kısacası Kast Sistemi’ni atasözü ile açıklayacak olursak;
Kazın kazla, dazın dazla, kel tavuğun kel horozla arkadaşlık
etmek zorunluluğu olduğu bir sistem..:)
Kast Sistemi’ne değinmemdeki gayem, eğitimin, günümüzde de sınıfsal kader kurbanı rolünden çıkaran unsur olmaya devam etmesidir…
Eğitimin, bireylere statü vermesi açısından sağladığı yarar…
Çiftçi olan Hacı Emminin oğlu okuyarak doktor olabileceği gibi, devlet yönetiminde sözü geçebilecek bir pozisyona da gelebileceğinin fırsatı…
Bu durumda eğitim, sınıfsal ayrımcılığın panzehridir diyebiliriz…
Nitekim de çiftçi, işçi, hizmetli grubunda çalışan aile çocuklarına baktığımızda başarı hikayelerini mutlulukla izlemez miyiz?
Dağdaki, ovadaki çobanın üniversite sınavını birincilikle kazandığını…
Hastanede hizmetli olarak görev yapan babanın oğlunun doktor çıktığını…
Gündelik ev temizliğine giden annenin çocuğunun mühendis çıktığını…
Örnekleri çoktur..!
Ve ufak bir araştırma yapıldığında, daha çok bu tür ailelerin çocuklarının başarı öykülerini görürüz…
Ortalama 5 veya 6 çocuklu ailenin yalnızca iki ineğin sütüyle okuyup başarılı oldukları haberlerini…
Bu çocuklar, ailesinin içinde bulunduğu koşulları fark edip, eğitime dört elle sarılan çocuklardır…
Az bir şey, ailelerinin de desteğiyle…
Okumanın önemini anlayan ve okutulmayan ebeveynler, sürekli olarak çocuklarına okumalarını, okuyup hayatlarını kurtarmalarını nasihat edip dururlar…
“Biz çektik siz çekmeyin, okuyup iyi yerlere gelin.” nasihatleri…
Gelelim okumuş, rektör, profesör, gazeteci, mühendis, eczacı olmuş ailelerin çocuklarına…
Maalesef ki bu ailelerin çocuklarının başarı grafikleri oldukça düşüktür…
Beğenmediğimiz atalarımız kadar olamadığımızı üzülerek görmekteyiz…
Bu çocukların, statü olarak babasının veya annesinin statüsünün üstüne çıkması gerekirken, o statüye dahi ulaşamadığını görürüz…
Nasıl oluyor da okumuş, ortalamanın üstündeki statü sahibi bireylerin çocukları, kendi statülerinin altında kalabiliyor..?
Hem de çocuklarına kendi zamanlarında ulaşamadıkları her türlü donanımı ve de ayrıcalığı vermelerine rağmen..(?)
Çocuğa sunulan kolay, hazır fırsatlar, gelecek endişesi olmayan unsurlar değil midir..?
İstekleri anında yerine getirilen, yokluk çekmemiş, sorumluluk almamış bir birey çabalar mı..?
“Zeka bir şeyse çaba her şeydir…”
Sözünü de ilave edecek olursak…