Gazi Öğretmenin babasının Hayat Hikayesini Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken ağabeysi sayın Hamdi Mert “BİZİ YAŞATANLAR” adıyla kitap haline getirmiş…
BİZİ YAŞATANLAR kitabı Diyanet İşler Başkanlığının açtığı bir yarışmada birincilik kazanmış 10’uncu baskısı yapılmış, 100 binlerce adet basımı yapılmış…
Babasının tek kollu olarak hayatını sürdürmesi annesini hiç etkilememiş…
Annesi adeta babasının askerde kaybettiği sol kolu olmuş…Annesi gün görmüş inancı bütün tam bir Osmanlı kadını imiş…Çocukluğunda evlerinden hiç misafir eksik olmazmış…
Annesi misafire nasıl hizmet edilmesi gerektiğini, yemekten önce ellerini yıkamak isteyen misafirlere nasıl “el leğeni” ve “ibrik” götürüleceğini onlara ibrikle suyun nasıl döküleceğini ve daha sonra ellerini silmeleri için verilecek peşkir (havlu)’in nasıl tutulacağını Gazi Öğretmene, ağabeyleri ve ablalarına tatbikatlı bir şekilde öğretmiş…
Annesi çok güzel yöresel yemekler yaparmış…Annesi hemen-hemen her sabah darı (mısır) unundan “Kapama” yaparmış…
Annesinin darı ( mısır ) unundan kapama yaparken “senit” üzerinde oklavasız eliyle tap-taplarla hamuru döndürerek nasıl incecik hale getirdiğini hala görür gibiymiş ve tap-tap seslerini duyar gibiymiş…
Annesi Darı’dan çok güzel yemekler de yaparmış…“Katımış” darı ekmeğinden yaptığı ve “mollaç” adını verdiği yemek bir nevi çorba şekliymiş ve günün her saatinde yenecek bir yemekmiş.
Annesinin Darı’dan yaptığı yoğurtlu ve etli- soğanlı keşkek şekilleri hiçbir aşçının yapamayacağı kadar güzel olurmuş…
Bir gün annesine bunun sırrını sormuş;
Annesi Gazi Öğretmene demişti ki; “-Yaptığım yoğurtlu ve soğanlı keşkeğin güzel olması hem darının cinsinden, hem darının “dibekte dövülürken iyi “kepertilme” sinden, hem dibekte dövülen darının iyi savrulup kurutulmasından, hem de pişirilmesinden kaynaklanır…”
Annesinin yaptığı yöresel yemeklerden biri de yeşil turp otundan yaptığı “Susamlı Turp Otu” yemeğiymiş…
Turp otunu haşlaması, soğuduktan sonra iki avucunun arasında suyunu sıkarak topak hale getirmesi ve sonra bir tencerede soğan kavurması, turp otunu bu soğanın içine koyup üzerine de susam atarak ocakta pişirmesi çocukluğunda en çok izlediği yemek yapma şekliymiş…
Annesinin “Maş” ürününden yaptığı içi soğanlı “maş çorbası” özellikle kış aylarının en gözde yemeği olurmuş…
Tatlı olarak yaptığı içi cevizli incirden yaptığı “Heleş” ile susam – pekmez karışımı “Samsıra”da tadına doyum olmayan tatlılarmış…
Annesi tam bir Osmanlı hanımefendisiymiş ve Gazi Öğretmeni iyi yetiştirmiş…
Çocukluğu iki ayrı yerde geçmiş:
Birincisi doğduğu yer olan sahil ’de bugünkü adıyla Denizciler mahallesinde, ikincisi ise yayla ’da bugünkü adıyla Çok oluk ( Tersakan ) yaylasında…
Babası asker malulü olduğu için devletten aylık alıyormuş.
Çocukluğunda ülkede kıtlık yılları olduğu için tüm komşuları bu kıtlıktan etkilenirken Gazi Öğretmenin evlerinde bu sıkıntılı günler yaşanmamış.
Babasının aldığı aylık hem ailelerine hem de çevrelerindeki yakınlarına yansıyormuş…
Gazi Öğretmenlerin Fordson Majör marka bir traktörleri varmış. Gaz yağıyla çalışıyormuş. O dönem gaz yağı sıkıntısı varmış. Bir fener ve lamba dolusu gaz bulunamaz, çıra ile aydınlanmaya çalışılırmış.
Babası askeri melülü olduğu için Bozyazı kasabasının bağlı olduğu Anamur kaymakamı, Anamur Belediye başkanı ve karakol komutanı onun her istediğini yerine getiriyorlarmış…
Traktör için gaz yağı istediğinde kocaman bidonlarda babama gaz yağı verirlermiş…
Babası da bunu traktörde kullanmaz fenerini, lambasını getirenlere bedava gaz yağı dağıtırmış…
Öyle ki civar köylerden gelen tüm insanların fener ve lambalarına babasıyla birlikte gaz yağı koyarmış…
Babası askerde sahra hastanesinde sağlıkla ilgili çok bilgiler edinmiş olmalı idi ki evleri adeta bir eczane gibiymiş, her türlü ilaç varmış. ..
O dönemde ekilen “Çeltik” sebebiyle yörelerinde çok miktarda sivrisinek oluşuyormuş…
Zehirli olanları insanları ısırdığı zaman iyileşmeyen cerahatli yaralar oluşuyormuş…
Yörelerinde doktor olmadığı için bu tür hastalar babasına gelir, babası da kendine has yöntemlerle bu yaraları iyi edermiş…
Evleri adeta küçük çaplı bir dispanser gibiymiş. Babası hiç kimseden de para almazmış.
Babasının sağlıkla ilgili operasyonları hem sahilde hem de yaylada devam etmiş, çocukluk günlerinin en güzel anıları olmuş…
Çocukluğunda kendisini en çok etkileyen olaylardan biri de tarlalardan toplanan ekinlerin harman adı verilen yere toplanması ve buğday – arpa- çavdar elde etmek için harmanın düvenle, düvene atlar koşularak sürülmesiymiş…
En çok sevdiği de rafhan’a kalkmış atların çektiği Düvenlere binmekmiş…
Gazi Öğretmenlerin hem yaylada hem sahilde 100’lerce dönüm tarlaları varmış…
Babası buralara ortak olarak ekin ektirirmiş. Ortaklar ekinleri harmana topladıktan sonra sürme işlemine geçilirmiş…
Atların çektiği Düvenlere hayran -hayran bakarken düveni süren kişi ( tarla sahibinin oğlu olduğu için olsa gerek ) kendisini yanına çağırıp düvene bindirirmiş…
Biteviye saatlerce “düven” in üzerinden inmezmiş. Ahmet Kiya diye bir ortakları varmış…Atları da varmış, düveni de…
Ortak oldukları ekinleri harmanda genelde Ahmet Kiya sürermiş…Gazi Öğretmeni de çok severmiş…Gazi Öğretmen de onu…Özellikle yaylada hep onun sürdüğü düvene binermiş…
Ahmet Kiya harmanı İki atla sürermiş ama bu sürme işlemi haftalarca devam edermiş…
Günlerden bir gün küçücük zihninde bir olay şekillendirmiş ve bunu babasına anlatmış…
Hem de Ahmet Kiya amcayı şikâyet ederek…
İstirahat zamanı harmanda kalan AT’lar bakmış ki dur durak bilmeden habire sürmekte olduğu ekinleri yiyor…Bir de hareket halinde iken başlarını, oluşan samanın içine sokuyor ve sürdüğü buğdayları yiyor…Çocuk haliyle elinden de bir şey gelmiyor…
İşte bunu babasına anlatmış…Adeta atları şikayet etmiş. Aynen şöyle demiş: ”- Baba atlar buğdayımızı yiyip bitirecek…”
Babasının kendisine ne cevap verdiğini hatırlamıyordu ama, yine çocukluğunda atların çektiği Düvenlere binmeye devam etmiş…
( devam edecek )
BİZİ YAŞATANLAR kitabı Diyanet İşler Başkanlığının açtığı bir yarışmada birincilik kazanmış 10’uncu baskısı yapılmış, 100 binlerce adet basımı yapılmış…
Babasının tek kollu olarak hayatını sürdürmesi annesini hiç etkilememiş…
Annesi adeta babasının askerde kaybettiği sol kolu olmuş…Annesi gün görmüş inancı bütün tam bir Osmanlı kadını imiş…Çocukluğunda evlerinden hiç misafir eksik olmazmış…
Annesi misafire nasıl hizmet edilmesi gerektiğini, yemekten önce ellerini yıkamak isteyen misafirlere nasıl “el leğeni” ve “ibrik” götürüleceğini onlara ibrikle suyun nasıl döküleceğini ve daha sonra ellerini silmeleri için verilecek peşkir (havlu)’in nasıl tutulacağını Gazi Öğretmene, ağabeyleri ve ablalarına tatbikatlı bir şekilde öğretmiş…
Annesi çok güzel yöresel yemekler yaparmış…Annesi hemen-hemen her sabah darı (mısır) unundan “Kapama” yaparmış…
Annesinin darı ( mısır ) unundan kapama yaparken “senit” üzerinde oklavasız eliyle tap-taplarla hamuru döndürerek nasıl incecik hale getirdiğini hala görür gibiymiş ve tap-tap seslerini duyar gibiymiş…
Annesi Darı’dan çok güzel yemekler de yaparmış…“Katımış” darı ekmeğinden yaptığı ve “mollaç” adını verdiği yemek bir nevi çorba şekliymiş ve günün her saatinde yenecek bir yemekmiş.
Annesinin Darı’dan yaptığı yoğurtlu ve etli- soğanlı keşkek şekilleri hiçbir aşçının yapamayacağı kadar güzel olurmuş…
Bir gün annesine bunun sırrını sormuş;
Annesi Gazi Öğretmene demişti ki; “-Yaptığım yoğurtlu ve soğanlı keşkeğin güzel olması hem darının cinsinden, hem darının “dibekte dövülürken iyi “kepertilme” sinden, hem dibekte dövülen darının iyi savrulup kurutulmasından, hem de pişirilmesinden kaynaklanır…”
Annesinin yaptığı yöresel yemeklerden biri de yeşil turp otundan yaptığı “Susamlı Turp Otu” yemeğiymiş…
Turp otunu haşlaması, soğuduktan sonra iki avucunun arasında suyunu sıkarak topak hale getirmesi ve sonra bir tencerede soğan kavurması, turp otunu bu soğanın içine koyup üzerine de susam atarak ocakta pişirmesi çocukluğunda en çok izlediği yemek yapma şekliymiş…
Annesinin “Maş” ürününden yaptığı içi soğanlı “maş çorbası” özellikle kış aylarının en gözde yemeği olurmuş…
Tatlı olarak yaptığı içi cevizli incirden yaptığı “Heleş” ile susam – pekmez karışımı “Samsıra”da tadına doyum olmayan tatlılarmış…
Annesi tam bir Osmanlı hanımefendisiymiş ve Gazi Öğretmeni iyi yetiştirmiş…
Çocukluğu iki ayrı yerde geçmiş:
Birincisi doğduğu yer olan sahil ’de bugünkü adıyla Denizciler mahallesinde, ikincisi ise yayla ’da bugünkü adıyla Çok oluk ( Tersakan ) yaylasında…
Babası asker malulü olduğu için devletten aylık alıyormuş.
Çocukluğunda ülkede kıtlık yılları olduğu için tüm komşuları bu kıtlıktan etkilenirken Gazi Öğretmenin evlerinde bu sıkıntılı günler yaşanmamış.
Babasının aldığı aylık hem ailelerine hem de çevrelerindeki yakınlarına yansıyormuş…
Gazi Öğretmenlerin Fordson Majör marka bir traktörleri varmış. Gaz yağıyla çalışıyormuş. O dönem gaz yağı sıkıntısı varmış. Bir fener ve lamba dolusu gaz bulunamaz, çıra ile aydınlanmaya çalışılırmış.
Babası askeri melülü olduğu için Bozyazı kasabasının bağlı olduğu Anamur kaymakamı, Anamur Belediye başkanı ve karakol komutanı onun her istediğini yerine getiriyorlarmış…
Traktör için gaz yağı istediğinde kocaman bidonlarda babama gaz yağı verirlermiş…
Babası da bunu traktörde kullanmaz fenerini, lambasını getirenlere bedava gaz yağı dağıtırmış…
Öyle ki civar köylerden gelen tüm insanların fener ve lambalarına babasıyla birlikte gaz yağı koyarmış…
Babası askerde sahra hastanesinde sağlıkla ilgili çok bilgiler edinmiş olmalı idi ki evleri adeta bir eczane gibiymiş, her türlü ilaç varmış. ..
O dönemde ekilen “Çeltik” sebebiyle yörelerinde çok miktarda sivrisinek oluşuyormuş…
Zehirli olanları insanları ısırdığı zaman iyileşmeyen cerahatli yaralar oluşuyormuş…
Yörelerinde doktor olmadığı için bu tür hastalar babasına gelir, babası da kendine has yöntemlerle bu yaraları iyi edermiş…
Evleri adeta küçük çaplı bir dispanser gibiymiş. Babası hiç kimseden de para almazmış.
Babasının sağlıkla ilgili operasyonları hem sahilde hem de yaylada devam etmiş, çocukluk günlerinin en güzel anıları olmuş…
Çocukluğunda kendisini en çok etkileyen olaylardan biri de tarlalardan toplanan ekinlerin harman adı verilen yere toplanması ve buğday – arpa- çavdar elde etmek için harmanın düvenle, düvene atlar koşularak sürülmesiymiş…
En çok sevdiği de rafhan’a kalkmış atların çektiği Düvenlere binmekmiş…
Gazi Öğretmenlerin hem yaylada hem sahilde 100’lerce dönüm tarlaları varmış…
Babası buralara ortak olarak ekin ektirirmiş. Ortaklar ekinleri harmana topladıktan sonra sürme işlemine geçilirmiş…
Atların çektiği Düvenlere hayran -hayran bakarken düveni süren kişi ( tarla sahibinin oğlu olduğu için olsa gerek ) kendisini yanına çağırıp düvene bindirirmiş…
Biteviye saatlerce “düven” in üzerinden inmezmiş. Ahmet Kiya diye bir ortakları varmış…Atları da varmış, düveni de…
Ortak oldukları ekinleri harmanda genelde Ahmet Kiya sürermiş…Gazi Öğretmeni de çok severmiş…Gazi Öğretmen de onu…Özellikle yaylada hep onun sürdüğü düvene binermiş…
Ahmet Kiya harmanı İki atla sürermiş ama bu sürme işlemi haftalarca devam edermiş…
Günlerden bir gün küçücük zihninde bir olay şekillendirmiş ve bunu babasına anlatmış…
Hem de Ahmet Kiya amcayı şikâyet ederek…
İstirahat zamanı harmanda kalan AT’lar bakmış ki dur durak bilmeden habire sürmekte olduğu ekinleri yiyor…Bir de hareket halinde iken başlarını, oluşan samanın içine sokuyor ve sürdüğü buğdayları yiyor…Çocuk haliyle elinden de bir şey gelmiyor…
İşte bunu babasına anlatmış…Adeta atları şikayet etmiş. Aynen şöyle demiş: ”- Baba atlar buğdayımızı yiyip bitirecek…”
Babasının kendisine ne cevap verdiğini hatırlamıyordu ama, yine çocukluğunda atların çektiği Düvenlere binmeye devam etmiş…
( devam edecek )