İslamiyet; Her alanda ölçülü, dengeli yaşamayı ve tutumlu olmayı emretmiştir.
Sevinçlerimizde, kederlerimizde, ibadetlerimizde, çalışmalarımızda kısaca bütün yaşayışımızda “Ölçülü”, “Dengeli” olmak zorundayız.
İslam’da insan; “Ahret için hemen ölecekmiş gibi”, “Dünya için hiç ölmeyecekmiş gibi” çalışmak mükellefiyetindedir.
Bu sebeple inanmış kişinin tam bir “Denge”de olması gerekir.
Ruhi ve fiziki denge insanın huzuru için esastır.
Bu huzur insanın “Kendini tanıması”, “Davranışlarını yargılayabilmesi”, dürüst “İş ahlakı”, “Aile ahlaki” ve “Ferdi ahlak”a sahip olması ile sağlayabilir.
Bu sebeple maddi imkanlarımızı, manevi kaynaklarımızı, kısaca ömrümüzü ölçülü kullanmak, dengede tutmak zorundayız.
Sevgi yerine kin, muhabbet yerine kıskançlık, doğruluk yerine yalan, fedakarlık yerine bencillikle hareket edersek, ömrümüzü Allah’ın emrettiği bu ölçülerden koparmış, israf etmiş oluruz.
Bir akarsu kenarında bulunsak bile suyu ölçülü kullanmayı emreden Peygamberimize ait olan incelik, bugün hayatımızın hiçbir safhasında kalmadı.
Sosyal hayatımızda, ekonomik yaşayışımızda ve ömrümüzün her safhasında, imanımızdan gelen tutumluluğu kaybettik.
Ham madde, mamul madde ve günlük tüketim malları üretiminde tam bir kaynak ve imkan israfına düştük.
Kimse üretime yönelmiyor.
Yüz yıllardır tarlasından, bahçesinden, koyunundan, ineğinden, tavuğundan aldıkları ile geçinen Türk köylüsü, bu dar çevre kaynaklarından sağladıklarını bugün çarşıdan pazardan alıyor.
Birçok köylerimizde köyün ananevi nimetleri olan et, süt, ve yumurta bulunamıyor artık…
Bunun manası, üreten toplum olmaktan çıkıp, tüketen toplum olmak demektir.
“Hiçbir şey kendiliğinden gökten inmez.”
İnsan için ancak çalıştığı, elinin ve kafasının ürettiği vardır.
“İnsan için çalışmasından başka bir şey yoktur” ayeti bunu ifade eder.
Dünya nüfusu hızla çoğalıyor.
Üretim kaynakları; gelişen teknik imkanlar ve ziraata açılan yeni topraklara rağmen yine de sınırlı kalıyor.
Artan nüfusun beslenme problemi bir yandan ekonomist ve bilim adamlarını, diğer yandan politikacı ve yöneticileri düşündürmektedir.
Allah yarattığı kulun rızkını elbet verir.
Ancak bu kural “İki günü birbirine eşit olan adanmıştır.” İlahi prensibiyle birlikte değerlendirilmesi gerekir.
İnsan geri gelmez bir hazine olan “Allah’ın üzerine yemin ettiği” çok değerli “Zaman”ı değerlendirmez, israf ederse; sadece kendisinin değil gerçekte bütün insanlığın malı olan toprak ve hammadde kaynaklarını işletmez ya da işlemezse, elbet aç ve açık kalması da, hayatını yitirmesi de mukadderdir.
Bu sebeple çalışmak, üretmek, olmayanı Allah’ın verdiği güçle imal ve var etmek, elimizdeki varlık ve imkanları iyi değerlendirmek, ölçülü kullanmak, israf etmemek zorundayız.
Yürüyerek gidebilecek yere otomobille gitmek israftır.
Kağıdın tamamını değerlendirmek yerine yarısını boş bırakmak, devlet dairesindeki bir toplu iğnenin hakkını vermemek israftır…
Elimizi kurulamak için kullandığımız kağıdı ölçülü kullanmak yerine cömertçe harcayıp çöpe atmak israftır.
Öğrencilerimizin yeni bilgiler için açılan okulların boş bırakılması israftır.
Hocanın, öğretmenin cemaatine ve öğrencisine yeni olgunluklar kazandırılmasında kullanılacak kürsülerin en verimli şekilde değerlendirilmemesi israftır.
Dişimizden tırnağımızdan artırdığımız imkanlarla kurulan fabrikaları çalıştırmamak, İkili üçlü vardiyalarla değerlendirmemek İsraftır.
Gençlerin kütüphaneleri doldurması gereken kafa enerjisini sokaklarda ve kahvehanelerde bitirmesi israftır.
Bilgi toplamak, faydalı iş üretmek için ayrılacak zamanın boşa geçirilmesi israftır.
Annenin; yuvasında huzurla çocuğunun yetiştirilmesine ayıracağı çok değerli zamanını mahalle toplantılarına, mahalle dedikodularına ayırması israftır.
“Kendisini kontrol etmek” terbiyesi vermeyen eğitim israftır.
Değerlendirilmeyen zaman, değerlendirilmeyen kaynak, değerlendirilmeyen imkan, değerlendirilmeyen hayat israf edilmiştir.
Madde israfı, kaynak israfı, zaman israfı, imkan israfı bizi dışarıya muhtaç bir toplum haline getirmiştir.
Okulları, iş yerleri, fabrikaları kısaca bütün maddi İmkanları, manevi kaynakları iyi değerlendirmeyen toplum kendisine yeten bir toplum değil, başkasına muhtaç bir toplumdur.
Dünyada bu kadar olumsuz etkenler devam ederken ve bu acı gerçeklere rağmen dünyada ölçüsüz ve dengesiz bir gidiş hüküm sürmektedir.
Gelişmiş ülkelerin çöplüklerine atılan yiyecek maddeleri, dünyada açlıktan ölen insanların 15 katını besleyecek miktardadır.
İnsanların en çok açlıktan öldüğü 1973 – 1974 yıllarında üretilen 1 milyar 200 milyon ton tahılın 500 milyon tonunu gelişmiş ülkeler, hayvanlarına yem olarak vermişlerdir.
Buğday ekiminde bilgisizlik sebebiyle boş yere attığımız tohum, yıllık buğday ihtiyacımızı karşılayacak kadardır.
Ülkemizde her yıl 300 bin ton kadar ekmek çöpe atılmaktadır.
Bu israfların sebep olduğu yetersiz beslenme sonucunda yurdumuzda çocuk ölüm hızı binde 250’ye kadar çıkmaktadır.
Hamile kadınların yüzde 70’i, çocukların yüzde 25’i anemi durumundadır.
Nüfusumuzun yüzde 35’i orta ve hafif kansızlık müptelasıdır.
Halbuki geleneklerimizde de, inançlarımızda da israf ve dengesizlik yasaktır.
Müslüman-Türk geleneğinde; ekmek bir nimettir.
Bu anlayıştır ki: Türk anası, kızı, gelini sofradan artanları çöpe atmamış, değerlendirmiştir.
Yere dökülen ekmek kırıntıları süpürge ile süpürülmemiş itina ile ayak altından kaldırılmıştır.
Tokların, açlara yardım elini uzatmaları zekat, fitre, kurban, kefaret gibi birçok müessese ile şekillenmiştir.
“Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir” Hadis’i yardımlaşma konusunda cihanşümul bir yüce prensip getirmiştir.
Devletlerin: “Dünya Gıda Günü” kutlama noktasına gelmesi, İslamiyet’in gösterdiği hedeftir.
Açlık insanlığı tehdit ederken, elimizdeki nimetlerin kadrini bilmiyorsak bu yüce dinimizin hayat veren prensiplerini bilmememizdendir.
Ölçüsüzlüklerden, israftan kaçınmak imkan ve kaynaklarımızı iyi değerlendirmek, tutumlu ve ölçülü yaşamak dinimizin emridir.
Hoşça kalınız.