Bazı yazarlarımız Dinin Bilime karşı olduğunu söyleye gelmişlerdir.
Bu sözlerin altında çelişkili bir durum vardır.
Burada Dinleri birbirine karıştırmamak lazımdır.
Bu sözler Hristiyanlık için söylenebilir.
Ama Müslümanlık için asla…
Nedenini açıklamaya çalışayım:
Hristiyanlıkta bilime karşı çıkılmış, insanlar kitap okuyor diye yargılanmış ve diri diri yakılmıştır.
Bu anlayıştan dolayı Avrupa’da bilim adamlarınca dine karşı çıkılmış, kiliseye karşı savaş açılmıştır.
Bu Avrupalı bilim adamlarınca geçerli bir sebep olabilir.
Ancak İslamiyet’te bilime karşı çıkılmamış, bilim alanında yapılan çalışmalar teşvik edilmiştir.
İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an-ı Kerim; okumayı, öğrenmeyi, öğretmeyi teşvik eden ayetlerle doludur.
İlk ayet “oku” emridir.
Zümer suresinin 9’uncu ayetinde: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
Nahl suresinin 43’üncü ayetinde: “Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun “buyrulmaktadır.
Kur’an-ı Kerim hem eğitim vasıtasıdır hem de eğitimin özüdür, Kur’an-ı Kerim; okumak anlamına gelmektedir.
Peygamberin görevi de öğretmektir. Öğretmek: Kur’an-ı Kerimde insanlarımızı bedenen, ruhen, zihnen, duygu ve ahlak açısından iyiye yöneltmek, onları her türlü kötülükten arındırmak olarak açıklanmıştır.
İslamiyet’ten önce Araplar Çöl’ de yaşıyorlardı. Ancak çöl hayatının getirdiklerini biliyorlardı. Bildikleri at, silah, deve, gibi savaş vasıtaları ve çeşitli tarihi bilgilerdi. Böyle bilgisiz ve cahil bir topluma gönderilen peygamberimizin görevi onları eğitmekti.
Peygamberimiz: “Allah beni bir muallim (Öğretmen) olarak gönderdi”
buyurmaktadır.
Bakara suresinin 129. ayetinde Peygamberin görevinin öğretim işi olduğu vurgulanmaktadır. Bu öğretim hem manevi hem maddi alandadır.
Okuma yazma bilmeyen bir Peygambere ilk gelen vahyin okuma ve yazmayı emretmesi çok anlamlıdır.
“Oku” emriyle başlayan ilim ve kültür hareketleri hicretten sonra hızlı ilerlemiş, yazı sanatı yayılmış, “Evlerde”, “Mescitlerde”, “Suffe”lerde ilmi çalışmalar yoğunlaşmıştı.
2024’lü yılları yaşadığımız şu günlerde gerçekten dünyada ilim alanında büyük gelişmeler gözlenmektedir.
Bu gelişmelerde İslam bilginlerinin rolü çok büyüktür.
Denilebilir ki; Bugün yapılmakta olan icat ve keşifler Müslüman bilginlerinin ortaya koyduğu bilgilerden esinlenerek yapılmaktadır.
İlim alanında özellikle Uzay yarışında milletimizin Amerika ve Rusya gibi ülkelerden geride kalması gerçekten üzücü ve düşündürücüdür.
Türk milleti olarak şu anda bulunmamız gereken yerden çok-çok gerilerdeyiz. Temennimiz uzay yarışında olduğu gibi her türlü ekonomik ve kültürel gelişmelerde Yüce Türk milletinin tüm dünya ülkelerinin önünde olmasıdır.
Atalarımız bunu başarmışlardı.
Bazı örnekler vermek istiyorum:
Pasteur’dan 400 sene önce Akşemsettin mikrobu bulmuştur.
Einstein’den 1100 yıl önce 800 yılında El-Kindi izafiyet teorisi ile uğraşmıştır.
Trigonometri’de tanjant, cotencant, sekant, kosekant’ı Ebul-vefa bulmuştur.
Avrupaya metematiği öğreten Şu’ca isimli bir bilgindir.
Trigonometriyi ilk defa keşfeden Battani’dir.
Wrink kardeşlerden 1000 sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştiren İbn-i Firas’tır.
Avrupa ülkelerinde Tıbbın babası sayılan İbn-i Sina’nın eserleri 600 sene ders kitabı olarak okutulmuştur.
Avrupada Galile dünya dönüyor dediği için engizisyon mahkemelerinde yargılanırken, Galile’den 100 yıllarca önce Biruni dünyanın çevresini hesaplamış ve dünyanın dönüşünü açıklamıştır.
Bundan 400 küsür sene önce Piri reis dünya haritasını bügünküne en yakın şekilde çizmiştir.
Bunların hepsi Müslümandı.
İslamiyet hiçbir zaman bilime engel olmamış, bilimi teşvik etmiştir.
Yine;
Füzeciliğin atası Lagari Hasan Çelebi adında bir Müslüman Türk’tür.
Dünyada ilk defa uçan, Hezarfen Ahmet Çelebi adında bir Müslüman Türk bilginidir. Uçma tasarısını ilk defa gerçekleştiren Ahmet Çelebi aynı zamanda dünya planörcülüğünün de ilk öncüsüdür.
Füzeyle ilk uçan Türk lakabını alan Lagari Hasan Çelebi, 1633 yılında 50 okkalık barut macunu ile dolu yedi kollu bir fişeğe binerek ateşletmiş ve füzenin barutu bitince, füzeye yerleştirdiği kanatları açarak denize inmiştir.
Hezarfen Ahmet Çelebi de 1636 yılında Galata Kulesi’ne çıkmış ve kendini rüzgâra bırakarak lodosun da yardımıyla İstanbul Boğazından geçmiş ve Üsküdar’daki Doğancılara inmiştir. Vücuduna taktığı kanatlarla bu uçuşu başaran Hezarfen Ahmet Çelebi’nin bu başarısı adının havacılık tarihine altın harflerle yazılmasını sağlamıştır.
Rüzgârın esme şeklini dikkate alması nedeniyle de onun yaptığı bu uçuş denemesinin aynı zamanda planörcülere de örnek olduğu söylenebilir.
Rusya ve Amerika’nın adı bile yokken, atalarımızın yaptığı bu denemeler devam etseydi, şu anda belki de uzayda Türk yapımı araçlar yarışacaktı.
Bir el, karanlık bir el üzerimizden atıldığı anda, belki de bu yarışta biz de var olacağız.
Önemli olan üzerimize kâbus gibi çöken bu karanlık eli teşhis etmek ve Türk – İslam sentezini hükümran kılmaktır.
İslamiyet hiçbir zaman yeni icat ve keşiflerin karşısında değildir.
Bilakis İslam bilginlerinin idari, iktisadi, İçtimai, siyasi, ilmi, askeri konularda yazdığı eserler Avrupa Üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur.
Hoşça kalınız.