Bugünkü sohbetimizin konusu ünlü Türk bilgini Yunus Emre…
“Ne alaka…”demeyiniz…
Birkaç gün önce gençlerle bir sohbet toplantısına katıldım…
Söz döndü dolaştı konu Yunus Emreden açıldı.
Bir küçük şiir okudum ve kime ait olabileceğini sordum.
Şiirden bir bölüm şuydu:
“…Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim”
Yaklaşık 30’un üzerinde en azı lise mezunu genç şiirin kime ait olduğu hakkında tereddüde düştüler…
“Yunus Emre…” dedim.
Bu defa Yunus Emre hakkında değişik görüşler ortaya çıktı…
Sorular şuydu:
“Yunus Emre Türk Müdür? Nerede Yaşamıştır? Mezarı Nerededir?
Türk dilinin yaşamasına herhangi bir faydası olmuş mudur?
Pek çok il ve ilçe Yunus Emre’nin kendi topraklarında yattığını, mezarının kendi bölgelerinde olduğun iddia ediyor? O’nun mezarı nerededir?
Bazı kimseler onun aynı zamanda Müslüman olmadığını iddia ediyorlar….”
Ve benzer sorular…
Sohbet toplantımızdan sonra anladım ki; Yunus Emre anlatılmalıdır…
Yunus Emre; Anadolu’da yaşayan ve Anadolu’da vefat eden bir Türkmen dervişidir.
Yunus Emre; Anadolu insanının hayattan bezdiği, ümitsizliğe düştüğü bir dönemde yaşamıştır.
Yunus Emre; Sarıköy’de yaşayan, çiftçilikle geçinen fakir bir kişidir.
Önce buğday almak üzere Karahöyük’e gider, bir süre Hacı Bektâş-ı Velî’nin yanında kalır, geri döneceği sırada buğday yerine Hacı Bektaş ona “nefes” vermeyi teklif eder, fakat Yunus ısrar edince kendisine dilediği kadar buğday verilerek gönderilir.
Köyüne yaklaştığı esnada gafletinin farkına varan Yunus, buğdayın bir gün tükenip nefesin ise tükenmeyeceğini düşünerek tekrar tekkeye döner ve nasip ister.
Durum Hacı Bektâş-ı Velî’ye arz edilince o, “Bundan sonra olmaz. Biz o kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye verdik, varsın nasibini ondan alsın” der ve onu Tapduk Emre’ye gönderir.
Yunus da Tapduk Emre’nin yanına varıp durumu ona anlatır; Tapduk Emre halinin kendisine malum olduğunu, hizmet edip emek vermesi halinde nasibini alacağını söyler.
Yunus kırk yıl boyunca erenler meydanına eğrinin yakışmayacağı düşüncesiyle tekkeye sadece düzgün odun taşır.
Rum erenlerinin Tapduk Emre’nin tekkesinde büyük bir meclis kurdukları bir gün mecliste Yunus Emre ile birlikte Yunus-ı Gûyende denilen başka bir Yunus daha bulunmaktadır.
Tapduk Emre cezbeye gelince Gûyende’ye, “Yunus, söyle!” der, fakat Gûyende işitmez.
Tapduk bu sözü üç defa tekrarladığı halde Yunus-ı Gûyende yine işitmez.
Bu defa Yunus Emre’ye dönüp, “Yunus, vakit geldi, o hazinenin kilidini açtık, nasibini aldın, hünkârın nefesi yetişti, sen söyle!” der.
Gönlü açılan, gözlerinden perde kalkan Yunus “şevk denizine düşüp” inci ve mücevher değerinde sözler söylemeye başlar.
Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde Anadolu Selçuklu Devleti, Moğol Akınları ve Türkmen boylarının sık sık ayaklanmasıyla halkın ihtiyaçlarına cevap veremeyecek duruma düşmüş ve sadece devleti ayakta tutabilme endişesine kapılmıştır.
Moğol akınları, iç isyanlar, kuraklık, kıtlık sebebiyle Anadolu halkı bitkin ve perişan hale gelmişken Yunus Emre ortaya çıkmış, halka bir kurtarıcı olarak onun etrafında toplanmıştır.
Her sıkıntılı dönemde yeni bir lider çıkarmasını bilen Türk Milleti, Anadolu’yu aydınlatan Dede Korkut, Mevlana, Hacı Bektaş-ı veli, Nasrettin hoca, Emir Sultan, Hacı Bayram-ı Veli Evliya Çelebi ve Yunus Emre gibi güçlü insanlar yetiştirmişlerdir.
Yunus Emre bu sıkıntılı dönemde halkına bir aşk ve sevgi güneşi olarak doğmuştur.
Yunus Emre; Yaşadığı dönemde Türk Dilinin yaşatılmasına katkıda bulunmuştur.
Yaşadığı dönemde Türk dili hor görülmüş, bir kenara itilmiş, resmi dil olarak Farsça kullanılmışken Yunus Emre bütün incelik ve güzellikleriyle Türk diline sahip çıkmış, halkın dilini, halkın deyimlerini kullanmayı tercih etmiş, Türk dilinin yaşamasını sağlamış, Türk dili konusunda kendisinden sonra gelenlere öncülük etmiştir.
Şiirlerindeki üstünlüğü, düşüncelerindeki genişliği ve derinliği sebebiyle Anadolu Türklüğünün yüreği Yunus Emre’de çarpmaktadır.
Yunus Emre’nin buram buram İlahi aşk kokan sevgisinde bütün insanlığın sesini duymak mümkündür.
Bu seste; Allah sevgisi, insan sevgisi ve samimi bir inanç vardır.
Yunus Emre; İnsan sevgisini, insana verilen değeri şiirlerine temel düşünce olarak almıştır.
Yunus Emre’de görülen insan sevgisinin özünde Allah inancı vardır.
Bu sevgi kaynağını Kur’an-ı Kerim’den, Hadis- i Şeriflerden, onların telkin ettiği aşk ve şevkten, iyilikle fazilet duygusundan, sevgi ve barış içinde yaşamak azminden alır.
Yunus Emre’ye göre insanlar birbirine sımsıkı sarılmalı, birbirini sonsuza kadar sevmelidir.
Allah’ı sevmeli, halkı sevmeli, insanları sevmelidir.
Fikirlerinin özünde “Sevelim-Sevilelim” düsturu vardır.
Yunus Emre Türk Milleti tarafından sevilen; hayranlıkla, saygıyla anılan, şiirleri, ilahileri dilden dile, gönülden gönüle ulaşan; Türk âleminde olduğu kadar bütün dünya âleminde benimsenen bir veli – sanatçı’dır.
Yunus Emre; bütün Anadolu’nun sevgisine mazhar olmuş bir mana sultanıdır.
Pek çok il ve İlçe Yunus Emre’nin mezarının kendi topraklarında olduğunu söylemektedirler.
Pek çok şehir ve kasabamız Yunus Emre’nin kendi topraklarında yatmasını dilemiştir.
14 ayrı yerde Yunus Emre Türbesi, mezarı, makamı vardır.
Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı sarayköylüler, Karamanlılar, Bursalılar,
Emre Sultan köylüleri, Erzurumlular, Keçiborlulular, Aksaraylılar, Sandıklılılar, Ünyeliler, Sivaslılar Yunus Emre’nin mezarının kendi topraklan içinde olduğunu söylemektedirler.
Esasen bu Anadolu evliyası, bu fazilet, bu müsamaha, bu feragat nasihatçısı, gönüller ikliminin aşk ve sevgi güneşi, gönüller sultanı Yunus Emre sadece o topraklarda değil, kendisini seven bütün insanların gönlünde yatmaktadır.
Yunus Emre’nin yattığı yer bütün Türk Milletinin kalbidir.
Hoşça kalınız.