Anayasalar toplumsal sözleşmelerdir. Sık sık değiştirilmez. Önemli toplumsal dönüşümlerden sonra olur. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1921, 1924 anayasaları, 1960 ve 1980 anayasaları böyle olmuştur. 1980 askeri müdahale anayasaları böyle olmuştur.
Ancak 2010 ve özellikle 2017 anayasa değişiklikleri nisbete daha anti demokratik koşulları dayatan ve güçler ayrılığını kaldıran AKP iktidarının ‘sivil darbe’ anayasalarıdır. Özellikle 16 Nisan 2017 CB sistemi ile beraber hem ekonomide çöküş hem siyasette, TBMM’nin işlevsiz kalması ve tek adam rejimine geçilmesi ve toplumsal kutuplaşma artmıştır.
Şimdi yine bir anayasa tartışması AKP tarafından başlatılmaktadır. Tüm demokrasi güçleri ve siyasi partiler uyanık olmak durumundadır.
Bugünkü köşe yazımıda, daha önce 05.05.2023 tarihinde bu köşede yayınlamış olduğum “100. Yılda Türksüz ve Atatürk’süz Anayasa Mümkün mü?-3 yazımı güncelliğini koruduğu için yeniden paylaşıyorum.
Dileyen okurlarıma da daha önceki iki yazımı mersingazetesi. com internet sayfasından okumalarını öneririm.
“Bundan önceki iki yazıda ‘toplumsal sözleşme’ olarak kabul edilen anayasaların demokrasi için önemine değinmiş, güçlü bir demokrasi için anayasanın hangi temeller üzerinde olması gerektiğinden bahsetmiştik.
Tarihsel perspektif içinde Türkiye’nin sosyolojisini, geçmiş deneyimlerini, toplumsal önceliklerinin yeni anayasadaki önemine vurgu yapmıştık.
Yeni ve güçlü bir demokrasi oluşturulurken ileri demokrasilerde uygulanan anayasal sistemlerden de örnekler vermiştik.
Hangi anayasal idari sistem olursa olsun, güçlü bir demokrasi için temelde mutlaka güçler ayrılığına dayanması gerektiğini ifade etmiştik.
Bu yazımda da, Osmanlı’dan günümüze tarihi perspektifden bu topraklarda yaşanan anayasa deneyimlerine dikkat çekerek bu deneyimlerinin, bu toprakların tarihsel birikim ve sosyolojisinin önceliklerine değineceğiz.
Öncelikle şunu belirtelim, Türkler Anadolu’ya 1071’de Malazgirt Savaşıyla girdiklerinde, Anadolu’nun batı kesimlerinde antik çağlardan gelen yurttaş esaslı bir demokrasi geleneğinin yaşanmış olduğundan haberleri yoktu.
Daha sonraları, Osmanlı İmparatorluğu, Söğüt kasabasında bir çadır devleti olarak kurulduğunda, 1215’de İngiltere’de Kralın yetkilerini kısıtlayan, MAGNA CARTA ilan edilmişti.
Ancak, Bilge Kağan’ın Orhun yazıtlarından(MS 8. Yüzyıl) anlıyoruz ki, Kağanların halkının refah içinde yaşatmak için milletine (BUDUN’a) hesap veren kurultaylı(toy) bir özeleştiri geleneği ve Göktürkler’de sosyal devlet anlayışının, devrine göre oldukça ileri düzeyde olduğunu görmekteyiz.
Yazıtların birçok bölümünde, devletin; fakir, yoksul ve aç milleti, zengin hâle getirip, karnını doyurduğundan, hatta çıplak kişilerin giydirildiğinden bahsedilir. Bu mesajların verildiği yerlerde, Göktürklerin, önceki yoksul dönemleri ile şimdiki zengin ve kalkınmış milletin de, mukayesesi yapılmaktadır.
Ayrıca, eski Türklerde kadınların da olduğu AKSAÇLILAR DANIŞMA MECLİSİ(sınırlıda olsa katılımcı) geleneği Osmanlıların kuruluş yıllarında da devam etmiştir.
Ancak, kanaatimce halifeliğin Osmanlılara geçmesi ile Emevi Ulema din anlayışının ve Şeyhülislam’ın Fetva verme geleneğinin, yönetime ve bürokrasiye egemen olması nedeniyle bu gelenek(Aksaçlılar) sürdürülememiştir.
OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE ANAYASALAR
Osmanlı’da ilk Anayasa girişimi, Avrupa Devletlerinin baskısıyla 1876’da Sadrazamlığa getirilen Mithat Paşa’nın mimarı olduğu 1. Meşrûtiyetin ve Kanun-u Esasiye’nin ilanı ile başladı.
Ancak 1878’de II. Abdülhamit’in Osmanlı-Rus savaşını bahane ederek askıya aldı, Mithat Paşa’yı da sürgüne göndermesiyle ‘ağır istibdat’ (mutlak monarşi) rejimine geçildi.
Osmanlı’da İkinci Anayasa değişikliği girişimi, Selanik’ten gelen Hareket Ordusu’nun 31 Mart 1909’da, Taksim Kışlasındaki, alaylı askerlerin başlattığı gerici isyanı bastırarak Abdulhamit’in tahtan indirilmesiyle yaşandı.
Askıya alınan Kanun-i Esasi’de yapılan değişiklerle 1909 da 2.Meşrûtiyetin ilanı ile padişahın yetkilerini kısıtlayan ‘çift meclisli’ Teşkilatı Esasiye’nin ilanı ile parlementer monarşiye geçildi.
Son Osmanlı meclisi, 16 Mart 1920’de İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilip, 18 Mart 1920’de Meclisi Mebusan’ı basılarak seçilmiş vekillerin(mebus) tutuklanıp, üyelerinin büyük bir kısmı Malta’ya sürgüne gönderilerek faaliyeti sonlandırıldı.
Vekiller daha sonra Ermeni tehciri nedeniyle İngilizler tarafından yargılandılar ve berat ettiler. Mustafa Kemal de buna karşılık Anadolu’da ne kadar üst düzey subay yabancı (İngiliz) asker ve görevli varsa tutuklattı. Bunun üzerine İngilizler tutuklanan tüm vekilleri(mebusları) bırakmak zorunda kaldı ve tamamı İstanbul’a geri döndüler.Daha sonra bunların büyük bir kısmı Kurtuluş ve Kuruluş sürecine katıldılar.
İŞGALDE ANADOLU HALKI’NI AYAĞA KALDIRAN GAZİ MECLİS
19 Mayıs 1919’da ‘Ya İstiklal, Ya Ölüm’ şiarı ile Samsun’a çıkarak, Amasya Genelgesi ile emperyal işgale direnişi başlatan Mustafa Kemal, İngilizlerin Osmanlı Meclisi Mebusan’ı basarak, izinsiz Cuma selamlığına bile gidemeyen padişahı avuçlarının içine alıp, onun üzerinden istediklerini yaptırarak Anadolu’yu paylaşma niyetlerini anlamıştı.
İngilizlerin Anadolu’nun bu işgal planına karşı, halkın direniş kaderini tekrar eline alabileceğini göstermek için 23 Nisan 1920’de Ankara’da büyük bir halk katılımıyla, dualarla ve davul zurna ile dosta-düşmana gövde gösterisiyle TBMM’ye girilerek açıldı.
1921 VE 1924 ANAYASALARI MİLLİ KURTULUŞ VE KURULUŞ ANAYASALARIDIR
TBMM ilk anayasasını 20 Ocak 1921’de Teşkilatı Esasiyi kabul ederek başladı. 20 Nisan 1924’de Teşkilatı Esasi’de değişiklikler yapılarak yeni bir Anayasa kabul edildi. Her iki anayasada içinde bulunulan koşullarda ‘ya istiklal, ya ölüm’ diye yola çıkılan, ‘ulusal kurtuluş anayasası’dır ve ‘egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ve başkentin Ankara olduğu’ vurgulanmıştır.1924 anayasasında; 1928 ve 1934 ile 1937’de yapılan değişikliklerle 1960’a kadar sürdürülmüştür.
1960 VE 1982 ASKERİ MÜDAHALE ANAYASALARI
Menderes döneminin giderek baskıcı olması sonucu gençliğin ve aydınların verdiği tepkiler sonucu, yapılan askeri müdahale ile sonuçlandı. 1960 kurucu meclisinin, TBMM nin yasalarını denetleyen Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurulu’nu içeren çift meclisli ve sendikal örgütlenmelere izin veren daha görece daha ‘demokratik ve özgürlükçü bir anayasa’ yapıldı.
Ancak bu anayasa toplumsal vicdanlarda kabul görmeyen idamların gölgesinde kaldı.
1982 Anayasası, Evren’in ‘bu anayasa bize bol geldi’ mantığıyla özgürlükleri kısıtlayan, YÖK’le üniversite özgürlüklerini yok eden, siyasi partilere baraj getiren ve lider hegemonyasına sokan baskıcı maddeler içeren bir anayasa oldu. 1991-2000 arasında İnönü-Demirel ve Ecevit- Demirel işbirliği ile AB uyumlu ve olumlu iyileştirmeler yapıldı.
2010 BOP’A UYUMLU VE 2017 DE BREXİT/ RESET’E UYUMLU ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ
12 Eylül 2010 yılında ‘yetmez ama evet’ mantığı ile yapılan referandumundaki değişikliklerle, ‘devletin temeli olan yargı bağımsızlığı’ tamamen yok edildi!
Ve görece Bağımsız yargı yok edilerek, AKP iktidarının emrine girdi ve milli orduya kumpas kuruldu ve TSK, FETÖ’ye teslim edildi.
2016 BOP/FETÖ SİLAHLI DARBESİNE ve 20 TEMMUZ 2016 BREXİT/RESET’E UYUMLU AKP SİVİL DARBESİ ne zemin hazırladı.
Son olarak 16 Nisan 2017’de olağanüstü hal koşullarında Anayasa referandumunda mühürsüz oylarla Anayasa değişiklikleri Cumhurbaşkanlığı (CB-tekadam) rejimine (ihvancı Neo-Osmanlı dönemi) geçilip, Gazi Meclis tamamen etkisizleştirilerek gece yarısı CB Kararnameleriyle, ‘liyakat değil, saraya sadakat’ esaslı bürokratik atamalar yapılmaya başlandı.
Askeri liseler kapatılarak, sivil kaynaklardan yazılı değil, mülakat esaslı ayrımcı personel alımlarıyla, devlet kurumlarında Cumhuriyetçi ve liyakatlı kadrolar tasfiye edildi. DPT gibi kurumlar kurumların yerini, saraydan yönetilen komisyonlar yeraldı.
Kamucu ve halkçı ve planlamacı anlayışın yerini, piyasacı ve yandaş kişi ve şirketlere rant aktarılan ekonomi yönetimi hakim olduğu basında ve halk nezdinde yaygınlaştı.
2022 yazında, Akdeniz Sahillerinde yaşanan yaygın orman yangınları ile 6 ve 20 Şubat 2023’de Kahramanmaraş ve Hatay’da yaşanan depremler sonucunda, devlet bürokrasinin sarayın talimatı olmadan harekete geçememesi nedeniyle can ve mal kayıpları tahmin edilenden çok yüksek oldu. Bu gelişmeler ‘tekadam sisteminin hantallığını ve tüm yanlışlıklarını’ çok açıkça ortaya koydu.
14 MAYIS SEÇİMLERİ SONRASINDA ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ NE ZAMAN VE NASIL OLMALI?
Millet İttifakı (6’lı masa) mutabakatla ‘güçlendirilmiş parlementer sistem’e dönülmesini vaat etmektedir.
Bu anayasa değişikliği ile Osmanlı’dan günümüze 7. ve Cumhuriyet dönemindeki 5. kapsamlı Anayasa değişikliği olacaktır.
Ancak kanaatimce, birinci yazımda belirttiğim gibi, seçimden sonraki hükümetlerin ilk önceliği 11 ildeki depremdeki ekonomik kayıpların giderilmesi olmalıdır. Depremzedelerin, barınma iş, aş sorunları, emekçilerin ve alt gelir gruplarının refah seviyeleri iyileştirildikten sonra Yeni Anayasa gündeme getirilmelidir.
100. YIL YENİDEN AYAĞA KALKMA ANAYASASI
Cumhuriyetin kurucu felsefesini ifade eden ilk dört maddeyi koruyan, yeni Çok Kutuplu Dünyanın, iklim değişikliğinin , bilişim gençliğinin(z kuşağının) ve kadınların aktif katılımını sağlayan, tüm halkın anayasayı açık tartışma ve her düzeyde öneri ile ‘toplumsal mutabakatı sağlayan süreci’ dikkate alan bir anayasa oluşturulmalıdır.
Böylelikle milletten gizli kapaklı olarak yürütülen açılım sürecinde; Oslo ve İmralı’da yapılan gizli görüşmeler sonucu , Dolmabahçe mutabakatıyla sonuçlanan ve ‘halk nezdinde asla kabul görmeyip dağılan bu masa süreçlerine’ tekrar geri dönülmemelidir.
100. yılda yapılacak olan yeni bir anayasanın, öncelikle Irak tipi YENİ SEVR /BOP’u ret eden, bu toprakların tarihine, sosyolojisine uygun, mezhepçi ve kimlikçi bakış açısından uzak, tüm yurttaşların eşitliğine dayanan, ulusal kurtuluş tarihimize uygun üniter, laik, sosyal, çağdaş bir hukuk devleti olmalıdır.
Ekonomik ve jeopolitik sistemler, anayasaların üçüz kardeşidir. Yeni anayasanın ekonomide Atatürk döneminin denenmiş ve başarılı olmuş karma ekonomisi ile halkçı ve kamucu anlayışı öncelemesi gerektiği düşüncesindeyim.
14 Mayıs’tan sonra yukarıdaki yazı başlığındaki birinci yazımızda, NASIL BİR ANAYASA? altbaşlığı altında belirttiğimiz güçler ayrılığına dayanan çağdaş ve yedi temel özelliğe sahip bir anayasa üzerinde, 14 Mayıs’tan sonra yeni TBMM’de şeffaf ve tüm halkın katılımı ile mutabakat sağlanmasıyla, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı taçlandırılacaktır…”
İyi hafta sonları dilerim…