Dünyada bütün canlılar yaşadıkça öğrenirler. Yaratıcı; her canlıyı beslenme, üreme ve barınma ihtiyaçlarını karşılayabileceği şekilde öğrenme yetisiyle tasarlamıştır.
Ancak insanoğlu bütün canlıların içerisinde en yetenekli ve nitelikli olan varlıktır.
Yaşamın insanoğlunun önüne koyduğu “öğrenme görevini” ihtiyaçları, mecburiyetleri ve hayatı kolaylaştırma amaçları belirliyor.
Fakat insanoğlu yetenekleriyle geliştirdiği icatlara rağmen, halen “her şeyi bilmiyor” ve bilemeyecektir.
Çünkü muazzam buluşlar, yenilikler olsa da “mutlak doğru yoktur”.
Bu nedenle mükemmeli kimse yakalayamaz.
Öğrenmenin kaynağı hayattır.
Yaşamdır.
Ama “öğrenmeyi öğrenmek” sonuçlarda tayin edici bir metottur.
Evet, her konu veya mesleğin ustası, hocası, uzmanı, bilgesi vardır;
ama birden fazla yüksekokul mezunu olabilirsiniz, öğretmen, profesör, hatta filozof olabilirsiniz.
Lakin yaşadıkça “hayat üniversitesinde” öğrenciliğe ve öğrenmeye devam edeceğiniz için yaşam kimseye diploma vermiyor. Bu hayat tablosunda, her şeyi bildiğini ancak sarhoş, deli veya cahil insan iddia edebilir.
Öğrenmek, insan hayatını şekillendiren olayları kavramak için gereklidir. Öğrenmek ve öğretmek, deneme yanılma usulü, yani pratik deneyler sonucunda elde edilen bulgularla gerçeği, hakikati yakalamak mümkün hale gelir.
İnsan görme, duyma, koklama, konuşma ve dokunma eylemiyle öğrenirken kişinin kumanda merkezi beyin, yorumlama ve isimlendirmeyle sonucu ilan eder.
Hayat, günümüzde birçok “öğrenme” araç, gereç, kurum, yol, yöntem, yazılı görsel, işitsel eğitim, öğretim elemanları ve organlarını önümüze koymuştur.
Ama esas sorun; gerçeği “öğrenme” metodunu kavramaktır.
Çünkü duyduğunuz, gördüğünüz, izlediğiniz veya okuduğunuz bilgileri sorgulayıcı bir filtre den, süzgeçten, elekten geçirecek zihinsel donanıma sahip değilseniz “hakikat” bilgisine ulaşmanız mümkün değildir.
Öğrenmek.
Peki kim için, ne için nasıl ve hangi amaçla öğreniyorsun? Kendime etiket, şöhret ve para edinmek için diyebilirsin.
Ama böyle olunca “ezberlerle öğrenmek” toplumsal hayata “paylaşımcı” değerler katamıyor. Zaten böylesi sanal bir öğrenme tarzının kibir, gösteriş ve reklamcılık olacağı gibi hakikatlere karşı da konumlanmaktadır. Çünkü ezberci, tembeldir. Bildiklerini ünlülere, etiketlilere, duyduklarına veya kutsal saydıklarına dayandırır.
Bilime ve hakikate karşı bir sorumluluğu yoktur. Öğrenmeyi öğrenmek, her olayı dünü, bu günü olgulardan hareketle irdeleyerek yarınlara karşı sorumlu davranmaktır. Bu aynı zamanda topluma ve gerçeğe karşı aydının vicdani bir görevidir.
Yaşamda ihtiyaç ve mecburiyetlerin dayatmasıyla kişinin isteyerek ve çalışarak zihinsel sorgulama yetisi harekete geçer, böylece gerekli bilgiyi öğrenir. Her gün karşılaşıyoruz.
Adam TV de, gördüğünü, Radyo da duyduğunu, gazetede veya sosyal medyada takip ettiğini, gerçek diye anlatırken her şeyi de bildiğini zannediyor. Oysa bu “filtresiz şabloncu” taklitçi ve reklamcıların, ezbercilik dışında bir meziyetleri de yoktur. Okumazlar, araştırmazlar, okusalar bile okuduklarını anlamazlar.
Dinlemezler, dinleseler bile sorgulamazlar.
Onun için öğrenmezler. Böyle olunca, her seçim döneminde devamlı ve her şeyden yakınırlar.
Ancak menfaate dayalı bir fırsat düşerse de orada yılışarak yer almayı kaçırmazlar.
Şimdi, seçmen Doktorunu arayan “hasta” durumundadır.
Fakat bütün değerlerin çürütüldüğü bu “vurgun, talan ve yalana dayalı sistemde, “Siyasal Doktor enflasyonu ile Eczane ve ilaç kıtlığı” yaşanmaktadır.
Bu durumu düze çıkarmak, Vatan, Millet, Devlet, emek ve hakikat değerlerimize sahip çıkma sorumluluğuyla ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK şart olmuştur.
DOĞRUSUNU ÖĞRENMEK, “ÖĞRENMEYİ, ÖĞRENMEKLE” MÜMKÜNDÜR.