Sosyal adalet, nimet ve külfetlerin toplumda adil bir şekilde dağıtılmasıdır.
Adalet; Allah’ın insanlığa bahşettiği güç ve imkânların, toplum tarafından dengede tutulması, bu denge içinde herkesin hakkını alması, insanlığını gerçekleştirebilmesidir.
Kur’an-ı Kerîm’de; “Şüphesiz Allah adâleti, iyiliği ve yakınlara vermeyi (yardımı) emreder; hayasızlığı, kötülüğü ve taşkınlığı yasaklar” mealindeki ayet İslâm’ın hukuk, ahlâk ve cemiyet nizamının temelini teşkil etmektedir.
İslâm’ın getirdiği sosyal adâlet, toplum içinde her ferdin insanca yaşama, kabiliyetlerini ortaya koyup geliştirme imkân ve fırsatını bulması ile gerçekleşmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in istediği; Fakirliği ortadan kaldırarak bütün insanlar arasında ekonomik eşitlik sağlamak değil, fakirlerin tabîî ihtiyaçlarını temin etmek ve fakirliğin insanlar üzerindeki olumsuz tesir ve sonuçlarını, etkili tedbirlerle önlemektir.
Evet…Toplumda sosyal adaletin gerçekleştirilmesi insanların ortaya koyduğu İktisat sistemlerinin en başta gelen hedefidir.
Cenab-ı Allah tarafından ortaya konulan ilahi iktisat sisteminin hedefi de Sosyal Adaletin gerçekleşmesidir.
Sosyal Adalet asıl teminatını İslamiyet’te bulmuştur.
İslamiyet Sosyal Adalet konusunda çağdaş iktisatçıları hayrete düşürecek çok önemli tedbirler getirmiştir.
İslamiyet’te Mülkiyet Hakkı vardır ve temel haklardandır.
Fakat mülkiyet için kaynakta ve tasarrufta helal kazanç esası getirilmiştir.
Bu şu demektir:
Helal yollardan kazanılan mal-mülk; Yine helal yollardan tasarruf edilmek, harcanmak şartıyla kutsaldır ve korunmuştur.
Helal yollardan kazanmak şartıyla mülkiyet için herhangi bir üst sınır da getirilmemiştir.
Kazandığına sahip olmak insanların değişmez ve ortak özelliğidir.
Kazandıkları üzerinde sarf etme, harcama hürriyeti bulunmayan insan çalışma arzusunu kaybeder.
İşte Rusya’daki komünizmin yıkılışının sebebi buradadır.
İslamiyet’te ise meşruiyet şartına uyulmak kaydıyla mülkiyete herhangi bir sınır getirilmemiştir.
Mal biriktirmek için her türlü vasıtayı meşru sayan sistemlerde de; Toplumun bir kesimi, toplumun diğer kesimlerini her zaman istismar etmiştir.
Alın terinin istismarı; Karaborsa ve meşruiyet sınırı bulunmayan mülkiyet anlayışı da insanlığa çok pahalıya mal olmuştur.
Kapitalizmin hatası da buradadır.
İslamiyet’in iktisadi sistemi bu ifrat ve tefritten uzak, ekonomide iki ucu temsil eden sistemlerin hatalarını ortadan kaldıran ve insan yaratılışına uygun yanlarını kendisinde toplayan sadece kendine özgü bir sistemdir.
Ne ondan, ne öbüründen etkilenmemiş, ancak her iki anlayışın olumlu yönlerini temsil etmiştir.
İslamiyet’te tabiat kaynakları gerçekte Allah’ın mülküdür.
Bu kaynaklardan toplumun adil bir şekilde istifade etmesi esastır.
Tek-tek fertler, mülkiyetlerine konu olan şey’i toplumun aleyhine kullanamazlar.
Toplumun tabii üretim kaynakları ve edinilen servetleri üzerinde; Allah’ın hükmettiği haklar vardır.
Zekât, fitre, fidye, kefaret; Edinilen para ve mallar üzerindeki bu hakkın topluma iadesidir.
İslamiyet; İktisadi alandaki bütün emir ve yasaklarında malın zenginden fakire intikali prensibini getirmiştir.
Bunu yaparken; Zenginin kendiliğinden fakirin elinden tutması gibi bir espriyi de öngörmüştür.
Fakir, hasta ve muhtaç kişiler en yakın akraba ve komşudan başlayarak bütün toplumun teminatı altındadır.
Bu sebepledir ki; Müslüman toplumda hiç kimse sahipsiz, aç ve açık kalamaz.
İlacını alamayan hastadan, geçimini sağlayamayan yaşlı, sakat ve işsizden en yakından başlayarak çevre-çevre bütün cemiyet sorumludur.
Bu; Aidatsız, ücretsiz, toplu sigorta demektir.
İslam’da “Sosyal Adalet” zenginin insafına bırakılmamıştır.
İslamiyet; İmkânı olmayanları, bir taraftan imkânı olanların gönüllü fedakârlıklarına emanet ederken, diğer taraftan devlete de ciddi görevler vermiştir.
Devlet; Milli servetin adil bir şekilde dağıtılması için kesin tedbirler almak zorundadır.
Bu gerekçe iledir ki; Toplumun ortak ihtiyaçları konusunda devlete kesin müdahale yetkisi verilmiştir.
Devlet, toplumu bazı istismarcı ve kötü niyetli açıkgözlerin istismarlarından korumak zorundadır.
Devletin sorumluluğu, İslamiyet’te sosyal adaletin gerçek teminatıdır.
“Hür Teşebbüs” vardır. Ancak hür teşebbüs devletin ciddi denetimi altındadır.
Hür teşebbüsün el atmadığı hizmet alanlarında ise devlet; Bir takım desteklerle hür teşebbüsü bu alanlara sevk etmek veya bizzat bu hizmetleri yürütmek durumundadır.
Devletin “Aşırı fakirliğin önlenmesi” konusundaki yetkisi o kadar kesindir ki; getireceği tedbirlerle servet dağılımında eşitliği bile sağlama yetkisine sahiptir.
Değişik vergilendirme metotlarıyla bu konularda devlete geniş bir hareket alanı tanınmıştır.
Nitekim Kur’anı Kerim’de: “Takı mallar, İçinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın” buyrulmaktadır.
İşte bu anlayış sebebiyledir ki; Hz. Ömer Müslüman, müslüman olmayan farkı gözetmeksizin hastalara, güçsüzlere, yeni doğan çocuklara hazineden maaş bağlatmış, kendi döneminde yaşayan insanların her kesimi için devlet himayesi getirmiştir.
Kurdun ısırdığı koyundan devletin kendini sorumlu sayması anlayışı, İslamiyet’te sosyal adaletin gerçek teminatı olmuştur.
Hoşça kalınız.